Îmân ve Küfür
19 Aralık 2021
(1) Şiddet, Hangi Din Veya Tâğûtî İdeolojide Yasak, Hangi Dinde Mutlak Farz…
24 Aralık 2021

ÇOCUK TERBİYESİ

İskilipli Âtıf Hocaefendi

– Beyânü’l-Hak –

Büyük İslâm ulemâsından İmâm-ı Gazâlî Hazretleri «İhyâu’l-Ulûm» adlı kitabında diyor ki: «Şerîat nazarında çocuk terbiyesi mühim işlerdendir. Çünkü evlâd ebeveyni nazarında Allâh tarafından bir emânettir. İlk yaratılışında kalbi her şeyden temiz ve her şekilden ârî ve sâde nefîs bir cevherdir ki hayır ve şerrden her çeşit şekil ve sûreti kabûl ve her türlü renk ile renklenmeye istinâdlı ve meyillidir. Şânı Yüce Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki:

«Her çocuk İslâm Dîni’ni kabûle muheyyâ bir kâbiliyet üzere doğar. Ancak ebeveyni Yahûdî terbiyesi vererek Yahûdî, Hristiyan terbiyesi vererek Hristiyan, Mecûsî terbiyesi vererek Mecûsî yapar.»

Binâenaleyh ebeveyni hayırlı olanı alıştırır ve hayırlı şeyleri öğretir ve terbiye ederse çocuk doğruluk üzerine büyüyüb dünyâ ve âhırette büyük bir saâdete nâil olur. Çocuk almış olduğu sahîh ma’lûmât ve mükemmel terbiye karşılığında müsâb ve me’cûr olacağı gibi ebeveyni, muallim ve mürebbisi de o sevâbta çocuğa ortak olurlar. Ebeveyni terbiyesinde kusur eder ve başıboş hayvanlar gibi salıvererek şerr, fısk ve sefâheti i’tiyâd ettirirse zarûrî olarak çocuk şekâvet ve sefâhet üzere büyüyüp hem dünyâda ve hem de âhırette helâke dûçâr olur. Çocuğun i’tiyâd edinmiş olduğu terbiyesizlik ve ahlâksızlığın yük ve günâhı ebeveyni ve şerr yoluna teşvîk edenlerine âid olur.

İşte bunun için Tahrîm Sûresinde «Ey îmân edenler! Nefsinizi ve ehlinizi cehennem ateşinden koruyunuz.» buyurulmuştur. Ve Cenâb-ı Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki: «Ey insanlar! Hayrı işlemeye ve günâhtan kaçınmaya karşı nefsinizi ve evlâdınızı cehennem ateşinden koruyunuz. Evlâdınızı da dîn ve dünyâya âid faydalı ilimleri öğreterek terbiye ediniz. Çünkü onlar sizin yanınızda bir emânettir.» Ve sahâbe-i kirâmdan Ebi Süleymân: «Yâ Resûlallâh! Bizim evlâdlarımız üzerinde haklarımız olduğu gibi onların da bizim üzerimizde hakları var mıdır?» diye sorduğu zaman Cenâb-ı Peygamber Efendimiz: «Evet, evlâdın ebeveyni üzerinde hakkı vardır. Çocuğun ebeveyni üzerindeki hakkı yazı yazmak, suda yüzmek, ok ve tüfek atması öğretilmek ve güzel bir şekilde edeb ve terbiye vermektir.» buyurmuşlardır. Diğer bir hadîs-i şerîflerinde de: «Ey insanlar! Evlâdınıza suda yüzmeyi, ok ve tüfek atmayı öğretiniz. Kadın ve kız evlâdınıza da ip ve iplik eğirmeyi öğretiniz.» buyurmuşlardır.

İmdi ebeveyni çocuğu dünyâ ve âhırette dalâlete helâke düşmekten koruyub her cihetten saâdetini te’mîne çalışması lâzımdır. Bunun yolu çocuğu terbiye ve çirkin alışkanlıklardan temizleyib korumalı ve ahlâkî fazîlet ve insânî meziyetleri öğretmelidir.

Fenâ kimselerle ihtilâttan, ni’met içinde rahata alışmaktan, zînet ve sefâhat sebeblerine meyl ve muhabbetten uzaklaştırmalıdır. Çünkü bu şeylere alışırsa büyüdüğü zaman insânî fazîlet ve kemâllerden olmayan hevâî şeyleri istemek uğrunda ömrünü tüketerek dünyâ ve âhırette helâk olub gider.

Şu halde ebeveyni doğduğu zamandan i’tibâren çocuğun terbiyesine son derece i’tinâ ve ihtimâm göstermek ve her durumunu murâkabede bulundurması lâzımdır. Bu bâbta ilk olarak sütninesinden başlatmalıdır. Çocuğu sâlih, mütedeyyin, helâl lokma yiyen bir kadından emzirtmeli. Ahlâksız, fâcir, fâsık ve sefîh olan, haram lokma yiyen kadınlardan sakın emzirmemelidir. Çünkü çocuğun büyümesi süflî kadınların sütünden hâsıl olunca tabîatı habîs ve murdar sütten yoğrulur. Tabîatı emmiş olduğu sütte, sütninede toplanmış olan habâsetlere, çirkin ahlâksızlıklara meyl edib her türlü şerr, fısk ve sefâhata istinâdlı olarak büyür. İşte zamânımızda ekserî insanların şerîr, fâsık ve sefîh olmasının başlıca menşe’ ve sebebi budur.

Çocuk temyîz etme yaşına ulaşınca ebeveyni onun durumunu daha fazla murâkabede bulunmalıdır. Bu bâbta ilk olarak yemeğe âid terbiyesinden başlatmalıyız. Yemek husûsunda terbiye şu şekilde verilmelidir: Yemekten önce ve sonra ellerini yıkatmak, yemeğe başlarken «Bismillâhirrahmânirrahîm» demek. Lokmayı sağ eli ile almak, kabın önüne gelen taraftan yemek, büyüklerden evvel yemeğe başlamamak, kendisi ile yiyenlerin lokmasına dikkat etmemek. Yemekte sür’at göstermemek, lokmaları birbiri ardında ağzına almamak, lokmaları çiğneyip, parça parça yutmamak. Çok yemeğe alıştırmamak çok yemenin zararlarından bahsedib yiyenleri ayıplamak ve onları hayvanlara benzetmek. Az yemenin faydalarından bahsetmekle berâber az yiyenleri övmek.

İkinci olarak, Tembelliğe alışmaması için bedenini riyâzete sokmalı ve ba’zı günler yürümek ve hareket etmeyi alışkanlık hâline getirmelidir.

Üçüncü olarak, Bir mecliste nasıl oturulması gerektiğinin terbiyesi verilmeli: mecliste bulunan kimselere arkasını çevirmekten, ayaklarını uzatmaktan, birbiri üzerine koymaktan, bir kimsenin yanında sümkürmekten, burnunu ayıklamak ve çekmekten, aksırmaktan, ağzını aça aça esnemekten men’etmeli. Kendinden büyüğün yanında ayakta durmak, yer göstermek. Biri söz söylerken güzelce dinleyib sözünü kesmemek ve çok söz söylememek. Bunların insânî terbiyeden ileri geldiği öğretilmelidir.

Dördüncü olarak, Çocuk iyiyi kötüden seçmeye başlayınca mektebe göndermeli. İlk önce de dîni terbiye vermelidir. Peygamberlerin siyer ve şemâili, ümmetin büyüklerinin hayat ve menkîbelerini öğretmeli. Kur’ân-ı Kerîm ve toplu olarak dînin esâs ve ayrıntılarını öğretmeli ki ilk büyüme çağında iken kalbinde İslâm Dîni nakşedilmiş ve resimlenmiş, nefsinde peygamber ve sâlihlere meyl ve muhabbet dikilmiş olsun.

Beşinci olarak, Kendisini zaîf ve nâzik sandıkları halde aslâ dînî terbiyeleri bulunmayan, fısk ve fücûr ile ülfet etmiş olan edib ve zarîf kimseler takımı ile görüşmelerinden, aşk ve sevdâyı, kötüleme ve söğüp saymayı mutazammın olan şiirleri okumaktan muhâfaza etmeli ki ilk yetişme çağında iken o temiz ve saf kalbinde fısk, sefâhat ve ahlâksızlık tohumları saçılıb dikilmiş olmasın.

Altıncı olarak, Mekteb yorgunluğu çıkıb zihni istirâhat etmek için mektebden geldiği zaman şer’an haram olmayan oyunları oynamasına izin vermeli, fakat oyunda yorulacak derecede meşgûl ettirmemelidir. Çocuğu dâima eğitim ve öğretim ile meşgûl ettirmek pek zararlıdır. Zekâsını ibtâl ve kalbini köreltir.

Yedinci olarak, Çocuktan güzel bir huy ve hareket ortaya çıktığı zaman ona ikrâmda bulunmalı, sevincini sağlayacak mükâfâtta bulunmalı, halk arasında medh etmelidir.

Çocuktan bazen edeb dışı bir şey zuhûr ederse ana babası ve mürebbisi onu görmemiş gibi davranmalı, onu açıklamaya kalkışmamalıdır. Çünkü kabâhâti söylenecek olursa çocuğun kötülüğe cesâreti artar. Bundan böyle işlemiş olduğu fenâlığın açıklanmasına ehemmiyet vermez. Fakat çirkin bir işi ikinci def’a olarak işleyecek olursa onu gizlice tekdîr ve bir daha işlemekten şiddetle men’ ve tehdîd etmelidir.

Baba çocuğu üzerinde sözünün te’sîrini muhâfaza etmeli. Her zaman çocuğu azarlayıb durmamalı. Zîrâ çocuk söz işite işite arsız olub sözden müteessir olmamaya başlar.

Annesi babasından korkutmalı, kabahatlerinden men’ ve zecr etmelidir.

Sekizinci olarak, Ana babasının mâlik olduğu bir şeyle, yâhud giydiği elbise, yediği ekmek veyâ başka bir şey ile akranından birine karşı iftihârda bulunmaktan men’ etmeli. Ve görüşmüş olduğu şahsa tevâzu’, ihtirâm, taltîf ve iltifât etmeyi ve güzel sözlü ve tatlı dilli olmasını alışkanlık hâline getirmeli. Büyük ve küçük kimseden bir şey almaktan men’ etmekle berâber üstünlük ve şeref almakta değil, vermek ve ihsânda bulunmakta olduğu, almanın hasîslik ve denâet olduğu öğretilmelidir. Altın ve gümüş sevgisi verilmemelidir.

Dokuzuncu olarak, Ana ve babasına hürmet ve itâat, muallim ve mürebbisine gerek yakın, gerekse yabancı olsun, kendinden büyüklere ta’zîm ve tekrîm, kendisinden küçüklere merhamet ve şefkatte bulunmayı i’tiyâd ettirmelidir.

Onuncu olarak, gerek yalan, gerekse doğru olsun, mutlaka yemîn etmekten, faydasız, ma’nâsız söz söylemekten, fuhşiyât, küfriyât, yalan, sövme ve hakâretten, haram olan oyunlar ve çalgılardan men’ etmeli. Arsız, hayâsız çocuklar yalan ve çirkin sözler söyleyen, fısk, ficûr, sefâhat, oyun ve eğlenceler işleyen kimselerle karışmaktan şiddetle men’ etmelidir. Çünkü kötü haller ve çirkin huylar yakın kimselerin kötülüklerinden sirâyet edeceği muhakkaktır. Husûsiyle hayır ve şerre istidâdlı bulunduğu ilk yetişme çağlarında çocuk ihmâl olunub fâsık, fâcir, hayâsız, arsız, nâmussuz kimselerle ihtilât eder ve onlarla düşer kalkarsa mutlaka onların çirkin ahlâk ve kötü halleri sirâyet edib şerîr, fâsık, fâcir, sefîh, hayâsız, arsız, nâmussuz, hırsız, cimri yalancı, koğucu, küfürbaz olarak yetişeceğine şübhe yoktur. Binâenaleyh çirkin ve kötü huy ve hallerden kurtarmak, ancak kötü arkadaştan muhâfaza etmek ve mükemmel bir şekilde dînî terbiye vermekle te’mîn olunabilir.

Çocuklara dînî terbiye verilmesi husûsunda arz olunan ahvâl ve ahkâma son derece i’tinâ ve ihtimâm lâzım olduğu gibi «Çocuklarınıza yedi yaşında namazı emredin, on yaşına geldiklerinde dövünüz.» hadîs-i şerîfi iktizâsınca da çocuk yedi yaşına vâsıl olunca tahâret, namaz muktedîr olabileceği her türlü şer’î emirlerle emr etmek ve on yaşına bâliğ olunca zikr olunan ahkâmı terk etmemesi için dövmek ve Ramazân’dan ba’zı günler oruç tutmak üzere emr etmek, oyun, çalgı, içki içmek, hırsızlık, yalan ve hıyânet, fısk ve sefâhet gibi şer’î yasakların umûmundan nehy etmek ve Allâh korkusunu kalbine yerleştirmek ana babanın üzerine vâcibtir. «Şirâtü’l-İslâm» adlı eserde deniyor ki: «Çocuğun ebeveyni üzerindeki hukûku cümlesinden biri de helâl lokma yedirmek ve bulûğ çağına vâsıl olduktan sonra evlendirmekdir. Evlendirmeyib de çocuk bir isyânda bulunacak olursa ebeveyni o günâhta çocuğa ortak olur.»

İşte İslâm’ca çocuk terbiyesi bu şekilde açıklandığı gibi olur. Çocuklara bu şekilde terbiye verilirse ekseriyetle mütedeyyin, salâh-ı hâl ile muttasıf yetişeceklerinde şübhe yoktur.

İslâm Dîni, Müslümanlar arasında fitne, fesâd ve tefrika zuhûrunun kaynağı olan ahlâkî farkların husûlüne meydan vermemesi için tâ ilk gelişme çağlarından i’tibâren mükemmel bir şekilde dînî bir terbiye verilerek ahlâkça bir seviyede büyümeleri husûsuna son derece ehemmiyet vermiş ve bu bâbta te’kid edici şekilde emirler vermiştir. Hâlbuki Hulefâ-i Râşidîn devirlerinden sonra Müslümanlar arasında umûmî şeklide ihtimâm olunmamıştır. Hele son zamanlarda terbiye ve ahlâk noktasından İslâm Dîni’nin emr ettiği usûl ve kâideler büsbütün terk olunarak tâ ilk devirlerinden i’tibâren ahlâkî fazîlet ve dînî terbiye yerine rezîlce âdetler ve çirkin ahlâklar yayılıyor. Bu yüzden çocuklar hemen ilk devirlerinden i’tibâren her türlü fenâlık ve rezâlete istidâd peydâ ediyorlar. İşin başında çocuklara helâl süt emzirilmiyor. Sütnineler ekseriyâ ahlâksız, terbiyesiz, hayâsız, fısk ve fücûr ile muttasıf kadınlardır. Husûsiyle İslâm diyâneti ile muttasıf olmayan ecnebi ve gayr-ı müslîm kadınlardan intihâb olunuyor. (Bu nokta dikkat çekicidir. Son asırlarda neslimizde ortaya çıkan dîn ve ahlâk dışı hareketler bunun tezâhürü olmasını akla getirmektedir. –Sâdeleştirenin notu-) Hele yüksek tabakalardan addolunan âilelerde çocuklar gayr-ı müslîm mürebbiyeler, câhil ve ahlâksız lâlâlara terbiye olunuyor. Son derece pohpohlarla şımarık olarak kibir ve gurûr, keyf ve hevâ, fısk ve sefâhet üzere yetiştiriliyor. Biraz aklı başına gelir gelmez, ahlâksızlığın esâsını teşkîl eden düzme ve uydurma mesâî, meddâhçılık, karagözcülük ile kalbi doldurulur.

Temyîz yaşına vâsıl olunca çirkin ahlâk ve rezîlce âdetlerin menşei olan aşk ve sevdâya dâir şiirler, romanlar, hikâyeler okumak ve çalgı, oyun, tiyatro mahallerine gitmek, karı ve kız oynatmak i’tiyâd ettirilir.

Bulûğ yaşına erince de rakı, şarap gibi içkileri içmek, meyhâne, karhânelere gitmek, tavla, iskambil oynamak gibi menhiyyâta alıştırılır.

Yüksek tabakada bir âileye mensûb ise İslâmî terbiyenin aslâ kokusunu bile duymadığı halde Frenk mürebbiyeler ile terbiye, Frenk mekteblerde ta’lîm, Frenk âdet ve muâşeretleri i’tiyâd ettirilir.

İşte bir taraftan bu şekilde ilk devirlerinden i’tibâren umûmî şekilde aykırı istidâdlar verilir.

—————-

Bir taraftan da şu son zamanlarda medeniyet ve kemâl zannedilerek Avrupalı milletlerin çirkin âdet ve ahlâkları İslâm’ın arasına yerleştiriliyor.

İşte bunca menba’lardan ahlâksızlık, terbiyesizlik İslâm’ın arasında gâyet geniş mikyâsta büyük bir şiddetle intişâr ettiğinden hemen hepsi dînî ve millî terbiyelerine taban tabana zıt ve ahlâksızlıkta da birbirlerine son derece muhâlif olarak neş’et ediyorlar. Bunun içindir ki kimi vakit cehâletten kalma (…) eski âdet ve çirkin ahlâklarını ta’kîb ediyorlar. Kimi oyuncu, çalgıcı, tiyatrocu, meyhâneci, kerhâneci rezîlce âdetlerini i’tiyâd ediyorlar. Kimi de dalâlet ve bid’ât ehli tarafından İslâm’ın Mübeccel birliğini parçalamak için İslâmlar arasında yerleştirilmiş olan Şiîlik, Bektâşîlik, Kızılbaşlık (gibi) bid’ât ve dalâletlerinde ısrâr ediyorlar.

Kimi de İngiliz, Fransız, Alman, Rûs, Rûm, Roma milletlerinin çirkin ahlâklarını büyük bir iftihârla kabûl ve İslâm memleketlerinde yayılmasına son derece gayret sarfediyorlar.

Müslümanlara ibret olmak için Avrupalı müsteşriklerden birinin gâyet mühim bir sözünü aşağıda naklediyoruz; İngilizlerden biri demiştir ki:

«Şarkın ahlâkıyâtta, âdet ve muâşeretteki medeniyeti gâyet güzel ve gâyet nâziktir. Ey Şarklılar, bu medeniyetinizi hâkir görmeyiniz. Terk ve ihmâl etmeyiniz. Avrupa’nın o haşîn medeniyeti sizin nâzik ve güzel medeniyetinizi mahvetmek azmindedir. Buna karşı hepiniz yek vücûd müttefik olarak medeniyetinizi muhâfaza için mücâhede ediniz. Avrupa ile temâsta bulunan Şarklılar mutlaka Avrupalıların en iyi kâidelerini, en güzel âdetlerini almıyorlar. Meyhâne, kerhâne, oyun ve süflî müesseselerini büyük bir arzu ile daha önce alıyorlar. İşte Hindistan, Mısır, Tunus ve Cezâyir meydandadır. Yoksa ilim ve san’at gibi milliyet renginden ârî olan ve bütün insanlığın maddî tekâmülü için istihsâl vâsıtalarından sayılan âdetlerin hepsinden pervâsız alabilirsiniz. Fakat millî hüviyetinizi kaybettirecek harekette bulunmayınız. Hülâsa yalnız Frenkliğe özenmeyiniz. Siz ne yapsanız yalnız Avrupa’yı sathîce taklîd ile İslâmlıktan çıkar, kararsız ta’yîn edilmemiş bir mâneviyât içinde yaşarsınız. İşte bu da sizin için büyük bir felâkettir.»

Müslümanlar, hakîkat noktasından söylenmiş bu gibi sözlerden ibret almak lâzım gelirken ne yazık ki basîretleri bağlanmış olduğu için hakîkatı görüb de uslanmıyorlar. Mısırlılar, Hindliler, Tunuslular, Cezâyirliler şer’î ahlâk ve âdet, İslâmî milliyet ve medeniyet yerine, kemâl ve şeref zannederek Avrupa’nın rezâlet ve sefâhatini kabûl ettikleri gibi bizim Osmanlı Müslümanları da ahlâksızlıkta ve Avrupa’nın rezîl âdet ve sefîh ahlâkını taklîdde yarışıyorlar. Meyhâneler, kerhâneler, tiyatrolar vâsıtasiyle Avrupa’nın çirkin ahlâk ve rezîl âdetlerini İslâm memleketlerinde yayarak Müslümanlar arasında bir nebze kalmış bulunan dînî ahlâk ve İslâmî milliyet ve medeniyeti de mahvetmeye çalışıyorlar.

Yukarıdan beri arz ettiğim birbirine zıt bunca ahlâk ve âdetlerle muttasıf olan kavimler birbirleriyle ittihâd ederek birbirlerini tahkîr ve takviye etmeleri şöyle dursun fırsat buldukça birbirlerinin mahv ve helâkına çalışacakları tabiîdir.

İşte bu yüzden Cenâb-ı Peygamber Efendimiz tarafından vaz’ ve te’sîs olunub Hulefâ-i Râşidîn devirlerinin sonuna kadar büyük bir metânetle devâm eden İslâm Birliği parçalanarak İslâmlar kuvvet ve satvetlerini kaybetmişler, hakîr ve zelîl olarak düşmanların esâreti altında kalmışlardır.

Ey Müslümanlar! Dünyâda dûçâr olduğunuz şu zillet ve hakâretten kurtulmak ve âhırette saâdet-i uzmâya nâil olmak isterseniz ahlâk noktasından birleşiniz. İslâm Dîni’nin koymuş olduğu güzel âdetler ve Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanınız. İşte o zaman aranızda tam bir birlik hâsıl olur. Bunun semeresi olarak da zarûrî olarak birbirinize yardımcı ve destek olub uğradığınız şu zillet ve hakâretten halâs olursunuz!

Yoksa muttasıf bulunduğunuz çirkin ahlâk, rezîl âdet, câhilce hareketler üzerinde ısrâr edib giderseniz âkıbetiniz daha fazla vahîm ve daha berbâd olacağından şübhe etmeyiz. (*)

_________________

(*) Beyânü’l-Hak; c. 4, sayı: 101, sh: 1877/1882. 28 Şubat 1328/1912).

 

[ İskilipli Âtıf Hocaefendi, Frenk Mukallidliği Ve İslâm, sh: 78, – 87 ]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir