-3- Berat Gecesini Saptıran Hoca Kılıklı Şeytanlar!
28 Mart 2023
-5- Berat Gecesini Saptıran Hoca Kılıklı Şeytanlar!
11 Nisan 2023

BERAT GECESİNİ SAPTIRAN HOCA KILIKLI ŞEYTANLAR!

(4)

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

YEMİNLERLE UYDURMALAR…

Bu iki gürûhun en bâriz ortak müştereği, birisi, gûyâ eskiye ve selef-i sâlihîne bağlılık perdesi altında mübtezelleşmesi; ötekilerin de, pozitivist-modernist-çağdaş olma maskesi ile, İslâm’da olmıyan nice bid’at ve hurâfâtı bol bol uydurub, kamalist sosyeteye YARANMAK üzere, her mekânın nabzına göre şeytanca teşehhiyât üfürmeleridir… Ana mevzû’umuzun içinde birinciler olduğu içün, onlardan yeni ve müşahhas bir misâli, harf ve kelimesine kadar buyrun okuyalım:

“Oruca niyet ediyor, sabah namazını kılmadan yatıyor veya işe gidiyor. Yahu sen oruç, bütün bir Ramazan’ın orucu bir sabah namazına denk.. kadardır veya aşağıdır… Yani bütün Ramazan’ın orucu 30 gün, yani 29 çekiyorsa bu sene, otuz gün, yirmidokuz gün, bütün Ramazanı koy bir tarafa, bir sabah namazı ondan aşağı mıdır, VALLAHİ değildir, fazlası var aşağısı yok sabah namazı, namaz bu…” (31.3.2023 “Bizim Hanım kimi hangi sebeble evden kovdu.” nam vidyo.)

Herifler, şer’î mes’eleleri at pazarlığı yapan canbazlar gibi öyle bir lâf kalabalığı, acelesi, aldatması, uyutması ve yuvarlaması gibi taktiklerle ağız ve burunlarına öylesine bulaştırıyorlar ki, işte yukarıda aynen aktardığımız konuşma şekliyle  keyfiyet bu kadar i’tidâl ve endâzesinden fırlamış bulunuyor… Adam o kadar abartıyor ve ilmîlik, îmânîlik, aklîlik ve kitâbîlikle de zerre kadar alâkası olmayan indî, izâfî, enfüsî ve i’tibârî uydurmalarını böyle rahatça ve sanki HAKKmışcasına sıkıyor!. Başında sarık, çenesinde sakal, sırtında CÜBBE ve mâbâdı altında da KÜRSÜ olduğu hâlde, zerre kadar utanmadan “İslâmiyyet’i=Allâh Azze’nin irâdesi, ilmi ve kudretini” de hiç kâle almadan ve düşünmeden ve hiçbir mes’ûliyyet de taşımadan sokak ağzıyla püskürtüb duruyor… 

Üstelik de en garibi, bu atıb tuttuklarına kendisinin de “inanmadığı” apaçık ortada… Çünki, arada takılıb tutukluk yapan barsak namlusu bir âlet gibi, mütereddid, mütehayyir ve müzebzeb ve şaşırmış olarak, dili dolanarak, kem küm edib kekeliyerek sıkıb savuruyor!.. Bir aylık yani 30 günlük oruç bir kefeye, bir sabah namazı diğer kefeye konsa, bir vakit namaz daha aşağı olamaz, daha üstde olurmuş… Bu ölçüb biçmeyi, tartı ve mîzânı aceba nereden, nasıl buldu ve ele geçirdi?!. Üstelik bir de, “VALLAHİ” diyerek, bu saçmalıklarına, abes ve uydurmalarına, Allâh Azze ve Celle’yi de ŞÂHİD tutarak (rastgele yemin yasağına) rağmen, utanmadan ve elinde kat’î hüccet varmış gibi “vallâhi” diyerek, nasıl boca edebiliyor, dehşet… Artık bu layık demputratik sistem, hedefine varmış, bir takım kürsü baykuşlarını serseri mayın veya moskof torpili hâline getirmiş bulunuyor…

Hangi ana ibâdet, ne zaman, nerede, nasıl öne çıkıb ehemmü’l-ehem olur, bunu her önüne gelen tartışır ve münâkaşaya kalkışırsa, ortada bir iğtişâş, bir kargaşa, bir tefrika, hatta azîm bir fitne çıkması bile melhûzdur. Sebükmağz (hafif beyinli) adamların şımarıklıkları, dengesizlikleri ve hoppalıkları, şu başsız ve perîşân (ümmet bakiyesinin) başını, çok daha ağır belâlara sokabilir… 15 asırdır, bir vakit namazla 3o gün orucu mukâyese edib ve yukarıdaki HÜKMÜ yani bir tek sabah namazı 30 gün oruçdan daha üstdedir, aşağı değildir demelerin.. (daha fazîletlidir, daha sevabdır, daha rızâ-yı ilâhîyi mu’cibdir) gibilerde bir beyânın kaynağı ve delîli var mıdır; varsa, bu, neden ortaya konulamıyor da, kem küm ve tutukluk yapa yapa ve abuk-sabuk ortaya konuluyor?. Bu dengesiz ve muvâzenesiz tipler ortalığı boş bulub, istedikleri gibi din îcâdına kalkarlarsa bunun sonu nereye varır?.

Ve bunlar, “VALLÂHΔlerle nasıl kürsülerden halka boca edilebiliyor?. Ekall-i kalîl, azın azı hâline gelmiş olsalar da, aklı başında ehl-i SÜNNET VE’L-CEMAAT hocalarımız, bu sebükmağz gürûhu, (emr-i ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker FARZI) muktezâsınca, cerh edib susturmalı değil midir?. Bu farzın ihmâl veya terki, belâları UMÛMÎLEŞTİREN 5 ANA SEBEBDEN BİRİSİ olarak, Elmalılı Merhûm tarafından da apaçık beyan buyurulmaktadır.

Bu hoca kılıklılar (hâşâ min huzûr) şöyle mi demek istiyorlar:

“Meydan nasıl olsa bomboş, ağzı olan konuşuyor, dişi olan ısırıyor, ben de aklıma, nefsime uygun olanı sallarım; bunları din adına ehâliye oruç ağız yedirir, seyirlerine bakarım! Nasıl olsa cennetlik olduğum, rü’yâlar, zuhûrâtlar ve yakazalarla da te’mînât altındadır, ne desem yeridir, ne yesem şifâdır, teşrî’î masuniyyetim (kurbağaca dokunulmazlığım) da var!”

Edille-i erbaa dışına, kim hangi salâhiyetle çıkarsa, onların ne gibi bir halt, tahrîf, tahrîb ve telbîse sebeb olarak, nasıl bir mücrim hâline gelecekleri ve âkıbetlerinin de ne kadar berbât olacağı, 4. hicrî asırdan sonraki binlerce ulemânın eserleri ile âbide çapında ortadadır…

Veyl olsun, HUTAME’ye atılmayı hesâb etmiyen hoca kılıklı şımarıklara!.

YALAMALIK VE MEDDÂHİNLİK HUDUD TANIMIYOR, ZARÛRÂT-I DÎNİYYE BİLE DÜMDÜZ…

Bu kabil tehevvür, ihtilâc ve nefs sefâhetini (Dîn) diye kürsülerden savurmak, hele bunları “Zârûrât-ı Dîniyyeye” taallûku olan mesâilde bile yapıyor bulunmak, İslâmiyyet’i düpedüz oyuncağa çevirmekdir. (Bunları, Layık-demputratik mevcûd Politikacılar veya târîhî bir takım tâğûtlar hakkında hubb-ı fillâh buğz-ı fillâh noktasını tersine çevirerek yapmak.. hiç alâkası olmadığı halde, “Kamal paşa cebinden para vererek Elmalılı Hamdi Yazır’a Tefsîr yazdırdı” gibi bir iftirâ ile “Bütün dinlerin denizin dibine gitmesini istiyorum” diyen bir tarafı, bu kadar âlicenâb ve mükemmel bir müslümanmış gibi gösterirken; diğer tarafı da, böyle bir paşa parasını görünce tefsîr yazan bir mübtezel ve menfaatperest (hâşâ ve kellâ) gibi zihinlere çakmak, hangi rûh ve ahlâk ibtizâlinin netîcesidir?..

Levhî mahfûz mes’elesinde KADER îmânına ters abuk sabuk uydurmalar serdetmek.. tâğûtlara kölelik hususlarında hiç alâkası olmıyan laik dem-putratik parti liderlerini lâzımü’l-itâa bir ülülemr olarak göstermek.. hılâfet gibi zarûrât-ı dîniyyeden bulunduğu apaçık ortada olan bir mes’elede, onu, “usûl ve üslûbu ile kaldıranlar” diyerek bu lâğvedişi ve fâillerini tasvîb ve tasdîk edib, yerine getirilen freng sistemlerini kabûllendiğini her fırsatda zikretmek.. v.s. gibi nice mes’elelerdeki  idlâlât ve ifsâdâta, artık pek sık rastlanır olmuşdur… Bu kadar GÜDÜMLÜ ve DÜMBÜLLÜ olmak, târîhde pek az rastlanan bir hâdisedir denilse yeridir!.

Bu heriflerin dediklerine inanan hafif akıllı (sebükmağz) cumhûriyet veya cübbeliyet çocukları çıkar da:

“Mâdem bir sabah namazı 30 gün oruçdan daha çok sevab, öyle ise ben de, 30 gün oruç tutacağıma bir sabah namazı kılar daha çok sevab kazanırım” diyemez mi; ve böyle iblisçe fâsid bir KIYÂSIN peşine düşemez mi?!.

Bu kabil hükümler, hiçbir delîli olmıyan indî, enfüsî, i’tibârî, ifsâdî lâf u güzâf ve uydurmalar üzerine binâ edilmekle, zâten çivisi çıkmış bu câhil cemiyet tarafından din olarak idrâk ve telâkkî edilmiş olmıyacak mıdır?! Açılan ve ihtirâ’ edilen bu kabil şeytânî çığır ve yollar, ehâdîs-i nebevî mu’cebince  mütecâhirlerine iki cihân felâketi içünde  kâfî gelmiyecek midir?!. Hatta, (HOCA) pâyesi verilir olmuş bu kabil KEZZAB ve CANBAZLARIN peşlerine takılan ve onlara zemin ve imkân hazırlayan câhil ve şuursuz kalabalıklar ve echel-i cühelâ sebebiyle de,  acebâ daha hangi belâ ve beliyyelerin göklerden ve yerden fışkırmıyacağı söylenebilecekdir.!?..

CİHÂD EN BÜYÜK İBÂDETDİR. ÜMMET VE İMÂMET-İ KÜBRÂ TEŞKÎLİ  İSE, BA’DE’L-ÎMÂN, MÜSLÜMANLARIN İLK FARÎZA-İ DÎNİYYESİDİR…

İslâm’da, ANA (TEMEL) ibâdetlerin 5 olduğunu İMÂM-I RABBÂNÎ Müceddid-i Elfi Sânî Kaddesallâhu Sırrahu’l-Âlî Hazretlerine kadar bütün ulemâ beyân buyurmuşdur. Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri de: (Bu beş Ana ibâdet-Cihâd, namaz, oruç, zekât ve hacc olub), cihâd içün: “Cihâda gelince, bu, İBÂDETLERİN EN BÜYÜĞÜDÜR” hükmünü beyân etmişlerdir. (Câmiul-Mütûn, 1409-1988, s.151) Bu cihâd ibâdeti, bu FARZ, bu zarûrât-ı dîniyyenin taallûku, bütün İslâm’ı ihâta eder. Zarûrât-ı Dîniyyenin pek büyüklerinden olan Cihâd ne kadar zaiflerse-ki bu tefsirde “cihâdda tekâsül” olarak ve belânın umûmîleşmesinin de 5 ana sebebinden biri olarak kayıdlıdır. Hılâfet-i İslâmiyye gibi gene Zarûrât-ı Dîniyyenin en başda gelenlerinden biri de, cihâda muvâzî olarak zaifliyecek ve inkırâza gidecekdir… Bütün İslâm devletleri ve Kânûnî Merhûm’dan sonraki Osmanlı, en başda bu sebebe binâen inkırâz bulmuşdur…

BİNNETÎCE:  Dîn ü devlet ve ümmet munkarîz olarak bugünki ilhâd devrine gelinmiş; ve din ile îmân ve ümmet ile İMÂMET, bir sürü sarıklı füsekâ, cühelâ, meddâhîn, müfsidîn ve çene ishâline yakalanmış zaleme ve süfehânın elinde ve dilinde oyuncak olmuş gitmişdir…

“Hılâfet-i İslâmiyye” içün Şeyhülislâm ve Büyük Mücâhid ve Allâme Mustafa Sabri Efendi Hazretleri (Rahmetullâhi Aleyh) şöyle buyurmaktadır: “Hılâfetin lüzûmunda şübhe ve tereddüd gösteren insanların hem AKILLI, hem de MÜSLÜMAN olmalarına İHTİMÂL veremem.” (Yarın Gazetesi, İmâmet-i Kübrâ Risâlesi, 21/K.Evvel/1928–8/Recebül Ferd/1347).

Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri de aynı bahis içün, bu pek mühim ve hayâtî mes’ele ile alâkalı olarak tefsîrinde şöyle buyurmaktadır:

“ÜMMET: Öne düşen, fırâk-ı muhtelifeyi toplıyan metbû’ bir cemaat demekdir ki, hepsinin önünde de İMAM (halîfe-i RASÛL, sultânü’l-Hakk, emîru’l-mü’minîn) bulunur. Cemaatla kılınan NAMAZLAR, bu muntazam ve hayırhah tertîb-i ictimâînin tecelliyâtını ifâde eden sûret-i mahsûsesidir. Bu sûretle hayra da’vet ve emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapacak bir ÜMMET VE İMÂMET (hılâfet) TEŞKÎLİ, BA’DE’L-ÎMÂN, MÜSLÜMANLARIN İLK FARÎZA-YI DÎNİYYELERİDİR.(Elmalılı Tefsîri, 1936, c.2, s.1154-55)

Daha yüzlerce âlimimizin eserlerinde bu kabil ibâreler bulmak mümkindir. Çünki bu, edille-i erbaamızın dördüyle de mutlak olarak SÂBİT bir farz ve hakîkatdır.

Binâenaleyh, cihad İBÂDETİ olmadan Hılâfet-i İslâmiyye’nin yaşatılması, bu yaşatılmadan da dâr-ı İslâm’dan bahsedilmesi aslâ mümkin olamaz… Böyle bir vasatda da, kellesi sarıklı, sırtı CÜBBELİ, mâbâdi kürsülü, her ekrandan yemlemeli ve  derinlerden destekli, İslâm’ın hakîkatıyla ma’kûsen mütenâsib (hoca kılıklılar), elbetde ve mebzûlen, resmî ve gayr-i resmî olarak zuhûr edecekdir. 

Bu bel’am olarak sıvazlanmış, vaftizlenmiş ve şişirilmiş hoca kılıklılar, derin ve sığ devletlerin emrinde laik dem-putratik merci’ ve repübliklere “Ülülemrimiz, devletimiz, hükûmetimiz, partimiz, kânunlarımız, anayasamız, diyânetimiz ve bilmem neyimiz” gibi benimseyici, kabûllenici, meşrû’ sayıcı, şişirici, bendesi olucu, orayı-burayı dâr-ı İslâmmış görücü ve gösterici nice elfâz ve elkâbı da, cübbeli-külahlı modern meddâhînler olarak ağızlarından aslâ düşürmezler!.. Bunlar, bol bol etek öper, körolası hasîs ve şeytânî menfaatlarını yürütmek içün (hoca kılıklı rolleriyle) kirli ve çukur nice partili politikaya selâm çakar ve bulaşır; bir tarafdan da “siyâsetle aslâ işimiz yokdur” naneleri yer; televizyon ekranlarındaki bir takım sunucu yosmaların önüne otur ve onların kumandasında her nabza şerbet sakalığı yapar, ara sıra o yosmalardan “dinler misiniz sayın küflü” cinsi ve cibilliyetinde ihtârlar alıb mâbâdi üzerine çakılırlar!. Yalap şalap bir üslûb ve cazgırlıkla her köşe başı kopuğuna sürtünür, ehâlîyi de narkozlıyarak idlâl etmeye böylece hız verirler…

BEL’AMLIK, HOCA KILIKLILARI DSÖ DENİLEN KÜRESEL ÇETENİN BİLE EMİR ERİ HÂLİNE GETİRMİŞDİR.. 

Fahrî layık-cum-putrasi “Dîn Görevlisi veya Şeyhülılmâniyyesi” de olan, S. Ustaosmanoğlu’nun (Rasputin) künyesi kazıdığı şu sakallı-cübbeli ünlü, dünyâ çapında nice insanın ölmesine, sakat kalmasına ve kanının bozulmasına sebeb olan aşı belâsı içün, bakınız nasıl ve hangi sistem trollüğü ile işe saldırıb müdâhil oluyor, hayret ve dehşet:

“Oruçluyken aşı olmanın hükmü:
İmâm-ı Tahâvî, İmâm-ı Ebû Yûsüf’den naklen iğne olmanın orucu bozmadığını zikretmişdir. DOLAYISIYLA AŞI VAKTİ GELENLER ve aşıya çağırılanlar MUTLAKA İCÂBET ETSİNLER. ORUÇLARI BOZULUR DİYE ENDÎŞE ETMESİNLER.”
Bu tiviti de 31/3/2021 tarihinde atmış.

Mûmâileyh, Laique Cum-putrasi DİB başkanı ile aynı uyduruk hükmü vermişdir!. Aşı orucu öyle bir bozar ki, 15 asırdır bozmaz diyen hiçbir âlim de yok. Tahavi’nin Ebu Yusuf’dan naklini de hocia kılıklılar saptırıyor. İlim ve îmân şeref ve haysiyetinden nasîbi olan, vesîkayı koyar, öyle konuşur. En pespâye tivi takdimcilerinin önüne oturub terbiyeli şempanze gibi oynatılan heriflerin resmî devlet dâirelerine muvâzî hükümler gaseyân etmesi edeb ve hayâ îflâsından ve bel’amlık ibkâsından başka bir şeye delâlet edemez…  Neden bu kadar fıkıh kitabları, böyle mu’teber (müftâbih) FETVÂ var ise, “iğne orucu bozmaz” diye bundan bahsetmiyor???… İğnenin (aşının) orucu bozduğuna dair herkesin kolayca ulaşabileceği ehl-i sünnet ve’l-cemaat kaynaklarını, yazdığımız makâlât ile şu linklerden tedkîk etmek mümkindir:

http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ahmed-seyyidoglu/1-asi-igne-orucu-bozmaz-ve-hesabat-i-nucumi-fitnesi.html
http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ahmed-seyyidoglu/2-asi-igne-orucu-bozmaz-ve-hesabat-i-nucumi-fitnesi.html
http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ahmed-seyyidoglu/3-asi-igne-orucu-bozmaz-ve-hesabat-i-nucumi-fitnesi.html
http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ahmed-seyyidoglu/4-asi-igne-orucu-bozmaz-ve-hesabat-i-nucumi-fitnesi.html
http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ahmed-seyyidoglu/5-asi-igne-orucu-bozmaz-ve-hesabat-i-nucumi-fitnesi.html

Niceleri, sabahdan akşama kadar PARTİ-PIRTI dedikodu ve şeytanlaşmaları içinde, hatta bunun göbek taşında yatıb yuvarlanmaktadır!. Gâyeleri, İslâm hukûku içinde YAŞAMAK değil. Bu, kalblerden tamâmen silinib uçmuş.. TAMÂMEN, Gayr-i İslâmî ve tâğûtî-beşerî bir hukûk veya guguk içinde, tâğûtîlerin çizdiği nizâm, ilkeler, ülküler, tilki ve türküler ve toplama-derleme kânunlar çerçevesinde tâğutların kulluğunda yaşamak… Ehven-i şer geberticiliğine esîr olunarak, METBÛ‘ değil, TÂBİ’ hâlet-i rûhiyyesinin verdiği ezik-büzüklük ile, gebermeye muâdil ve muvâzî yaşamak!.. Îmân etdikleri ve yaşandığını zannetdirdikleri İslâm, tâbi’ olunan tâğûtî sistemin istediği ve durub dinlenmeden “güncellemeye” çalışdığı ve adı da hâlâ “İslâm” olarak devam etdirilen ve cumhûriyet ilkelerine uydurulan bir religiondur…

İslâm Hukûkunu, yalınızca “Dâr-ı İslâm’ın” hukûku olarak oraya inhisâr etdirmek, SÜBHÂN olanı TENZÎH etmiye mutlaka tersdir… Dâr-ı Harb veya dâr-ı ridde içün “İSLÂM HUKUKU” yokmuş şeklinde bir kabûl, ALLÂH AZZE ve CELLE’yi, 24 saatdeki beş vakit namaz ve tesbîhatdakilerle en az 540 kere “sübhansın” diyerek tesbih ve tenzîh etmekle, nasıl kâbil-i te’lîf edilebilir?. Bu, ALLÂH Sübhânehû ve Teâlâ’ya:

“–Senin Dînin, her yerde yaşamıya müsâid değil, NOKSAN veya KİFÂYETSİZ KALIYOR, o halde SEN de, nasıl SÜBHANSIN?” demiye müsâvî ve muâdil, kopkoyu bir Allâh’sız münkirlik olmıyacak mıdır?.

“Her şeyden evvel ve ilk ŞART olarak, LÂ İLÂHE deyib, bütün beşerî nizâm, sistem, ideoloji, doktrin ve hukûku, benim hukûkum adına REDD mecbûriyetin, mükellefiyetin, me’mûriyyetin ve mahkûmiyyetin  var..” buyuran Allâh Azze ve Celle, müslümanı mücerred Dâr-ı İslâm’da yaşatmak içün hukûk sâhibi kılmamış; DÂR-I HARBDE de nasıl yaşıyacağının hukûkunu onun önüne vaz’etmişdir. Dâr-ı İslâm keyfiyetini hâiz bir dâr varsa, oraya gidib orada YAŞAMAKLA mükellef ve buna mecbûr olan Müslüman; Dâr-ı İslâm yoksa, “ehven-i şerreyn tercîh olunur” diyerek, beşerî irâdenin partilerinden birine mi bey’at ve ubûdiyyet edecekdir?. Bunu, kelime-i TEVHÎD’in “Lâ ilâhe” nefyiyle kâbil-i te’lîf etmek imkânsız değil, muhâldir… Tâğûtîler, işte bunu mümkin göstermek içün bir takım resmî ve sarıklı dâireler, mekteb, kurs ve fakülteler işletib, ilâhî irâdenin önünü kesmek ve onu devreden çıkarmak içün, cebrin, zulmün ve jakoben laikliğin peşindedir…

Dâr-ı harbin de İslâm’da müstakil hukûku olduğu hakîkati ve müslümanın buna göre yaşama mecbûriyyeti, ondan nazarî ve tatbîkî şekli ile elinden ve îmânından kazınmak istenmektedir. Müslüman, Dâr-ı İslâm’ın dışında kaldığı zaman: “Artık deniz bitdi, beşerî irâdeye kulluk limanına demir atmalıyım” desin isteniyor!. Halbuki onun, her zaman ve mekânda, tâbi’ olacağı, niyyeten ve fiilen yaşayacağı, kendisine âid “DÂR-I HARB HUKÛKUDUR…” Tâğûtîler bunu bildiği içün, müslümanın kendi hukûkuna gidişinin önünü kesmek üzere: “Burası dâr-ı İslâmdır, işte hoparlörlü (ezan dışı) ezan, işte layık sistemli de olsa imam,  işte dem-putrasi avcunda minber ve mihrab, işte böylesine namazlar, rü’yet-i hilâlsiz başlanan oruç ve bayramlar, işte mahkûm elbiseli ve onların nezâretinde ve nezârethâsinde hacc seyyahatleri.. ve işte şu veya bu” diyor; arkasından da: “Sana en yakın küfür ve şirk hangi  tâğûtî partide ise, ONU  seç, ona bey’at et, onun emânına gir, YE, İÇ ve TÂĞÛTA ŞÜKRET!” narkozlaması…

İşte, hoca kılıklılar bu hayat tarzını kürsülerden boca ediyor. “Lâ İlâhe” de amma, bunun içine “Laik dem-putratik guguk sistemini sokma, bu kadarcıkdan ve bir kereden bir şey olmaz, şeyhimiz de böyle dedi; zaten “zorlaştırmayın, kolaylaştırın” diye hadîsler; “kendinizi tehlikeye atmayın” diye âyetler de var; keşif, kerâmet, ru’yâ, zuhûrât, yakaza ne varsa, onlar da bu tarafda; siz teheccüde kalkın, hatim indirmiye bakın, “cıgara denen zehir” haram mı, mekruh mu, mubah mı bunlara kafa yormaya ve medyayı bunlarla zenginleştirmeye devâm edin; sakın sıgara denen zehre haram demeyin, DİB başı haram demişse o me’murdur.. âmiri olan Baş kumandan ve kendisine itaat etmemiz farz olan ülülemrimiz, Sarâ-yı Hümâyundan ne buyurub ne emreylemişse, o sarıklı memur da onu diyor!.  O öyle dese de “tahrîmen mekruhu” kastetmişdir, yoksa aslâ haram demez–diyemez siz anlamazsınız, haram demek içün Kitâb ve Sünnet’den NASS OLMASI ŞART… Yoksa zinhâr birşeye HARAM denemez…”

Bunlar da, evde yangın çıkmışken, ham yobaz kaba softaların dâr-ı İslâm dedikleri yerlerde çoluk çocuğu değil de, kapkacağı kurtarmıya ma’tûf, pek ihlâslı, pek zuhûrat, yakaza, keşif ve rü’yâ soslu irşâd ve dîni ihyâ ve ŞERÎAT’a hizmet usûl ve üslûbları!.

Sanki icmâ ve mu’teber ve mübârek (müctehid imam ictihadları) ile binlerce helâl ve haram (Kitâb ve Sünnet) nasslarına müsteniden VAZ’EDİLMEMİŞ gibi… Hem mezhebsizlere ateş püsküreceksin, hem de Kitab-Sünnet nassı dışında icmâ’ ve müctehid ictihadları ile sâbit HARAMLARI yok kabûl edeceksin; ve böylece mezhebsizlerle aynı yatağa girecek ve (âlimlik) ayakları ile ortalıkda fink atacaksın!. Okumuş, ezberci, istismarcı, Kelâm-ı Kadîm diliyle “kitab yüklü eşş..ler” ve echeller…
Câhil cühelâ yer, ammâ aklı başında bir müslüman bu binlerce zehr ü necâseti aslâ yemez; ve Allâh Azze ve Celle’ye HAVÂLE edib “canınız cehenneme” der… Onun bunun gönlüne, zaman ve zemînin havasına, ekran müşrik ve müşrikelerinin kılavuzluk, sürükleme, yönlendirme ve iblisliklerine göre ve nabza uygun şerbet itliğiyle, Allâh Azze ve Celle’nin mutlak DÎNİNİ bozuk para gibi harcayan şerefsizlere VEYL olsun!

 (Mâba’di var)

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir