İrâde Ve Hâkimiyyeti Hakk’dan Halka Çekmek, İnsanlık Boyunca Heykeltaparlığın Temelidir…
4 Temmuz 2019
Halîfe-i Müslimîn Cennetmekân Abdülhamîd Hân’ı Yâdederken!
10 Şubat 2020

BATAN GEMİNİN MALLARI…

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

 

İslâm gemisi içinde 1908’den i’tibâren mevzii yangınlar çıkdıkça dumanlar ortalığı sıkıntıya düşürmiye başladı; ve 1923 Lozan’ında imzâlar atılıb “devirimler ve delirimler” başladıktan sonra ise (Aysberge=Buz dağına) çarpan gemimiz, 15 Nisan 1912’de batan Titanic gibi saatler içinde değil, 27 senede batdı!

Sonrasında ve şu güne kadar ise, ferd ve cemiyet (cemâdât) hâlinde önüne gelen, gemiden birşeyler aşırmaya, koparmıya, götürmiye, sürüklemiye, hırsızlamıya, sökmiye ve zimmetine geçirmiye çalışdı!. Kim ne kopardı ise, onu, “İslâm gemisi işte budur!” diyerek, kendisini “Mükemmel Müslüman” yerine koyarken; karşısındakine de, “Bu Müslümanlığının vesîkasını” elindeki bu gemi parçacıkları ile isbât üçkâğıtçılığı ve mürâîliğine geçdi!.

Halbuki gemi, bütün omurgası, hey’eti ve vücûdu ile batmış, açıkgözlerin elinde gemiden bir takım parçacıklar kalmışdı!. Bu parçacıklara ise, gemi  bütünü olmadan ve onun dışında “GEMİ” denemezdi!.

Fakat bütün (gemi) ana gövdesi yani HILÂFETİ (Devlet ve Hükûmeti) ile sulara gömülürken, ondan su üstünde kalan veya  koparılan binlerce parça gemiye âid idi ise de, bunlar, geminin bütünü üzerinde bir parça olmadıkça, hiçbir ma’nâ ifâde edemez, keenlemyekün hükmünde kalırdı!

Gemi batdığı içün, gemiyi göremiyen nesillere, bu parçacıklar İSLÂM’ın (geminin) tâ kendisi gibi yutduruldu!. Rûh çıkınca, “korelasyon” kalmadığından, milyarlarca vücûd hücresi ve nescinin artık hiçbiri de, hayâtiyetini muhâfaza edemezdi!

*

Evvelâ, Büyük Şeyhülislâm ve Allâme, Akâidde İMAM, Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin kaleminden, Zarûrât-ı Dîniyyeye taallûk eden şu düstûru görelim:

“Ben HILÂFETİN lüzûmunda ŞÜBHE ve TEREDDÜD gösteren insanların, hem AKILLI ve hem de MÜSLÜMAN olmalarına İHTİMÂL veremem.”

(Yarın Gazetesi, İmâmet-i Kübrâ Risâlesi, 21/K.Evvel/1928 — 8/Receb/1347)

İşte, gemiden koparılan, koparılırken de adamın elini yüzünü paramparça eden metal parçaları ki, meselâ müteveffâ Şevket Eygi’nin elinde kalan yüzlerce âlât-ı cârihadan biri de şöyledir:

“Bendeniz erdemli cumhûriyete taraftarım.
Toplumdaki yanlışlıkları, eğrilikleri, çirkinlikleri tenkit ettiğim için fakiri cumhuriyet düşmanı olarak karalayanlar yalancıdır, iftiracıdır, insafsızdır.
Asıl cumhuriyetçi benim.” (27. Şubat .2014 milli gaz.)

Herife bakınız!

Sanki dünyâ kuruldu kurulalı, anasından doğmuş beşer menşe’li “Erdemli cumhuriyet” varmış da, bunu Peygamberler, hulefâ-yı Râşidîn ve onların ta’kibçisi yüzbinlerce müctehid, müceddid, fukahâ, ulemâ ve evliyâ görememiş, bulamamış ve akledib nakledememiş!

Kim mi keşfetmiş?

“Fransız Misyoner mektebi Galatasaray’da 6-18 yaş arası 12 yıl tezgâhdan geçen, ulemâya tâbi’ olmadan oluyormuş havası basan; ve ıvır zıvırlarla, bit pazarları, özbek pilâvları, Paris Moda evine islâmî karı kıyâfeti düzdürme, v.s.lerle ömür tüketen” bu herif, o beşer uydurması “erdemli cumbokrasiyi” bulacakmış, sonra da ona “taraftar” OLACAKMIŞ!!!

Üstelik, kendisini “Cumhuriyet düşmanı olarak KARALAYANLAR, YALANCI, İFTİRÂCI VE İNSAFSIZMIŞ!”

Şu rezâleti neden “Müslümanım” diyenler görmez; ve bir taraftan da “İmâm-ı Kebîr” yırtınıcısı bu adama, Senin cumhuriyetçiliğinden de, hem perhizin ve hem de lâhana turşundan başlarım” demez, diyemez!

Herifin elindeki “Batan geminin yağma parçalarına” bakıb onu neredeyse Müslüman allâmesi i’lân etmedikleri kaldı!. Tâbûtunu hangi yükseklerin sultanları sırtlanmadı!?.

Büyük Şeyhülislâm ise, bırakınız inkârı, “Hılâfetin lüzûmunda şübhe ve tereddüd eden insanı bile MÜSLÜMAN GÖRMÜYOR”; KÂFİR GÖRÜYOR, yani muhalled finnâr olarak damgalıyor!.

Akâid İmamlığı ve fetvâlar, Şeyhülislâmından, mütehassısından, rusûh sâhibi ulemâsından “Galatasaraylı Fransızca tercümanı ve köşe yazar-çizerine” düşerse, kasablar da beyin cerrahlığına neden soyunmasın?. İdâre Sultanları, neden baş yerine ayaklardan intihâb olunmasın?!

Müteveffâ, bir taraftan da “İmâm-ı Kebîr” çifte tellisi oynamayı çok severdi! Böylece Millet-i İslâmiyye’nin ervâhına yalakalık ederken; o milletin bakiyesi cumhuriyet nesillerini de, “Erdemli cumhuriyet” zehirleri ile idlâl edib bir güzel narkozlardı!

Hele nurcu ucûbesi (A. Akgü.düz) denen herifden muktebes olsa gerek,  “Cumhûriyetle Hılâfetin beraberce de yürütüleceğini” yazıya (vesîkaya) dökmesi vardı ki, sâdece iğrendirirdi… Neyse ki, Akit’in Üstâd-ı A’zamı Dilipok gibi “Hılâfet dîni bir kurum değildir!” demedi, diyemeden gitdi!. Saray sofralarına püsküllü Kadir gibi bir kere değil de 5-10 kere çökdürülseydi, acebâ ne olurdu, Allâhu a’lem!.

O, sanki bunları yazmamış da, başkası yazmış gibi, ehâli, adamın elindeki parçaları, bütünün (geminin-lâ teşbih İslâmiyyet’in) en sâdesi, hâlisi ve hakîkîsi gibi görürdü; ve üstelik adam ölünce “İstanbul Beyefendisi” olurdu!. Sırma saçlı, badem gözlü olmanın sırrı, her ölen kürkü okkalıda olduğu gibi, onda da böyle tecellî etdi!

Sanki kabirde Münker-Nekir, adama hâşâ, “Evet efendim, hayır efendim, yaman efendim, canım efendim, mîrim efendim, zât-ı âlînize ihtirâmât-ı fâikamı arz ederim efendim, bendeniz abd-i âciz afvola Efendim…v.s. gibi efendim’li yalakalıklarının sertifikasını da getirdin mi” diye sanki suâl edecek, sanki istintâkın bu tür dehşetlileri (!) ile kemiklerini çatırdatacakdır!..

Tevbeler Yâ Rabb!

*

Püsküllü Kadir de, Hazret-i Osman, Ali, Muâviye, Amr İbnü’l-As (Rıdvânullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn) Hazerâtına kadar iftirâlar atdı; hısım akraba kayırdılar, siyâsetden anlamadılar, ısyankârlık etdiler, hilekârlık yapdılar dedi; Târık b.Ziyad’a korsan, Salâhaddin’e haydut, Hanefiyyü’l-Mezheb Timur’a bilmem ne, “İmam-ı Rabbânî beni bağlamaz” demelere; ve Merhûm Üstad Necib Fazıl Bey’e belaltı vurmalara ve bühtanlara kadar salladı savurdu, köpürdü hırladı ve sonunda o dahî buradan oraya GÖÇDÜ!

Bunlar hiç kimseyi ırgalamadı!

Çünki gemi batmışdı. Batan Geminin malı-mührü; kilidi-kulpu; camı-çerçevesi; odunu-çırasına kadar bir parçasını eline geçiren, “Gemi batmadı, bak işte elimde, onun sâhibi benim!” haltı yemeye bayıldı; ve bir daha ayılamadı, geberircesine bu işin tadını aldı!

Musallâ taşına tâbûtu içinde gravat ve takım elbisesiyle kim gelirse gelsin, 1969’da ölen eski tüfek Hikmet Kıvılcımlı’ya kadar böyle gelen herkese de, nasıl olsa bu iblis sistemde “Errr kişi niyetine” denecektir; arkasından da “Eyi bilirüz!” nakarâtı sıkılacaktır!.

Sonra da doğru cennet-i a’lâya!

Dembokrasi dîni ise, batan geminin mallarına DİB’iş, ilhâdiyat ve uydurma tarikat ve barikatlarıyla nasıl olsa herkesden daha çok el atmışdır!…

Batan gemi ile birlikde, “AKÂİD, edeb, terbiye, selefe bağlılık ve ta’zîm” hazînesi de sulara gömülmüşdü…

Püsküllünün de elinde, hiçbir disiplin ve nizam tanımadan kanırta kanırta gemiden kopardığı, hatta Şâdiye Sultandan emânet alıb vermediği nice ehemmü’l-ehem vesâik gibi parçalar  bile vardı!. O da bu parçaları, bütünün dışında hiçbir şey ifâde etmemesine rağmen, “Bütünün ta kendisi” diyerek yutduruyordu!.

Lozan ve sonrası içün “Hezîmet” dediler!

Hadi canım, o kadarcık basit bir şey öyle mi?.

Hezîmetde, hezimete uğrayan (yaşıyor) da demekdir!

Transatlantik sulara gömüldü, kimsenin dili buna varmıyor!

En acısı da, gemiden aşırma üç beş parçayı eline geçiren lüpçüler, sakalından, cübbesinden, fesinden, ıvır zıvırlara kadar nesi ve nesinden geçmeden, istismârın en reziline soyundu; ve “Gemi batmadı, bak benim kaptanlığımda ne güzel yüzüyor” diyerek, câhiliyye-i uhrâ ehâlîsinin önüne nice seraplar inşâ’ etdi!

Dembokratik, lâyik ve SERAPKOLİK bir halka, “dönüşüm, güncelleme, değişim, dini beğenmeme, besmeleli kilise açma, İslâm bugün uygulanamaz, eşcinsel vatandaşlara haklar, İst sözleşmeleri, saraylardan icâzetli KADEH madamları,  her halta eyvallah çekmeler” gibi ilkeler, ülküler, tilkiler, râbialar, altı oklar, dokuz ışıklar dünyasını böyle kuruyorlar!.

İngiliz, Tel’aviv, ABD ve Vatikan parmağında oynayan Fettoş’un “Türkçe Olimpiyatlarında” sahnedeki dünya kızları bütün vücûd münhanileriyle teşhîr edilirken, bir yandan da :

“YENİ BİR DÜNYAA, YENİ BİR DÜNYAA KURACAĞIIIZ!”

Diye ortalığı inletiyorlardı!

FARK bu kadar sıfır olursa, Paralellik de bu kadar olur!

İntişârı: 09.08.2019 / 13:38:00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir