Kendi Kaynaklarından Alıntılarla Şîa
11 Ocak 2020
Dîni Hedef Alan Uygulamalar
12 Mart 2021

TÜRKİYE, DÂR-I İSLÂM OLMAKDAN ÇIKTIKDAN SONRA…

Şeyhu’l-İslâm Mustafa SABRİ Efendi Hazretleri

.

“Harb-i umûmî mütârekesinden sonra yüz elli bin ermeni Sûriye’ye, yüz bine yakın yahudi Filistin’e yerleşti. Bunun yüzde biri kadar Müslüman muhâcirin bir İslâm muhîtine yerleşdiği işitilmedi.”

“HALBÛKİ TÜRKİYE, DÂR-I İSLÂM OLMAKDAN ÇIKTIKDAN SONRA NE ERMENİLER VE NE DE YAHUDİLER, MÜSLÜMANLAR DERECESİNDE YERSİZ VE YURTSUZ BİLHASSA SÂHİBSİZ KALMAMIŞLARDIR.”

“Harb-i Umûmî mütârekesinden sonra yüz elli bin ermeni Sûriye’ye, yüz bine yakın yahudi Filistin’e yerleşti. Bunun yüzde biri kadar Müslüman muhâcirin bir İslâm muhîtine yerleşdiği işitilmedi. Halbûki Türkiye, dâr-ı İslâm olmakdan çıktıkdan sonra ne ermeniler ve ne de yahudiler, müslümanlar derecesinde yersiz ve yurtsuz bilhassa sâhibsiz kalmamışlardır. Ermenilerin yeni teşekkül etmiş memleketi var, cemiyet-i akvamda hâmileri var. Yahudilere gelince bütün dünyâ onların memleketi olmasına ilâveten İngiltere devletinin de himâye-i mahsûsasını hâiz bulunuyorlar. Elhâsıl bunların yeniden yerleşmeğe Müslümanlar derecesinde ihtiyaçları da yok. Arabistan memleketleriyle münâsebetleri de yok idi. Vâkıa bunları memleketlerine kabûl eden Sûriyeliler ve Filistinliler, isteyerek kabûl etmediler. Bu muhâceretler onları tutan (mandater) İngiliz ve Fransız hükûmetlerinin el evine misâfir da’vet etmesi tarzında vukua geldi. Ve hâlâ, Filistin’de arbedesi uzayıb gidiyor. Meskûn memleket ahalisine sorulmadan yapılan bu fuzûlî müsâadeler belki de İslâm âlemince müslüman mühâcirlere sâhib çıkmamanın, alâka göstermemenin cezâ-i ma’nevîsi idi. Şimdi bu cezâ-i ma’nevîden ve bâhusus Filistinlilerin İngiliz ve yahudi tazyiki altında çırpınmalarından yine benim canım yanıyor. Buraların Müslümanları da oradakilerin musibet ve ıstırâbıyla alâkadar değil. Dünyânın her tarafındaki yahudiler gibi Selânik yahudileri de cebren Kuds-i Şerîfe iskân edilmek istenilen dindaşlarının lehine Arablara karşı kıyâmet koparıyorlar. Fakat Kudüs’ün yerli Müslüman ahâlisi nâmına bu taraflardaki Müslümanların bir kılı yerinden oynamıyor… Her taraf kendi derdiyle meşgûl derseniz, ben de cevâben derim ki, hani müslümanlıkda herkesin derdi ayrı olmayacaktı! Senin felâketin bana, benimki de aynı derecede sana tesir edecekti! İşin çâresine müşterek bakılacaktı! Sen bana acımadın ben sana acımadım, Cenâb-ı Hakk da hepimizi bırakdı. Daha muvâfık ibâre ile sen münhasıran kendi canının derdine düştün, ben de kendi canımdan başkasının hayır ve şerrine ehemmiyet vermedim. Yani ikimiz de “milliyet” râbıtasına müslümanlıkdan fazla ehemmiyet verdik. Bütün râbıtamızı fekk (kesmekle) birbirimizden ayrıldığımız için Cenâb-ı Hakk da hepimizin helâkini ayrı ayrı verdi. Harb-i umûmî ferdâsındaki cihan tebeddülâtı üzerine târih-i adâvet-i müstemirreden (kuvvetli düşmanlık devirlerinden) sonra Rusya dinsizleri Türk dinsizleri ile el ele verdi de, Müslümanlar birbirinin elini tutamadılar, evvelden tutulmuş elleri bile bırakdılar…

İşte ben, mes’eleyi hiçbir tarafa çekmiyerek hepimizin kabahatini söylüyorum. Çünkü hiçbir milletin müdâfii değilim. Gücüm yettiği kadar hakk ve hakîkatın ve İslâmiyyet’in müdâfiiyim. Mısır, Filistin, Irak, Sûriye gibi sâbık Osmanlı Devletinden ayrılarak parça parça olan memleketlere o devletin kadrini bilmediklerini başa kakmak da istemiyorum. Bunu bizzat Türkler bilmedi ki onlar bilsin. Ben ancak hepsinin başına, Müslümanlık râbıtasının kadrini bilmediklerini ve mu’cibince hareket etmediklerini kakmak istiyorum.”

(İktibâs: Türkçesi Mecmûası, Devre 3, Sayı 5, Zilhicce 1410/Temmuz 1990)

[Kaynak: Din Ve Milliyet -4-, Yarın Gazetesi, 29 Safer 1349/25 Temmuz 1930, sh. 274, No. 67]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir