(2) İskilipli Merhûm Âtıf Hoca’nın “Tesettür-i Şer’î” Risâlesi ve İslâm’da Örtünme Emri
30 Ağustos 2014

İSKİLİPLİ MERHÛM ÂTIF HOCA’nın “Tesettür-i Şer’î” Risâlesi ve İslâm’da Örtünme Emri

(1)

Ali EREN Hocaefendi

 

Yaz sıcak bir mevsim. Senenin en sıcak ayları Haziran, Temmuz, Ağustos. Sıcaklar Eylülde de devam ediyor. Bilhassa bu aylarda, İslamın reddettiği ve yasakladığı giyim-kuşak şekilleri alabildiğine artıyor. Onu düşünerek, bu makalemizde tesettürden bahsetmeyi uygun gördük. Elimize Merhum İskilipli Atıf Hoca’nın Tesettür-i Şer’î risâlesi var. Hazır bunu sadeleştirip okuyucularımıza arz edelim dedik. Bu vesileyle yakın tarihe de ışık tutmuş oluruz diye düşündük ve sadeleştirdik.

Fakat, Tesettür-i Şer’î risalesi bir makaleye uzun gelir. Onun için bu makalede Tesettür-i Şer’î’nin sadece bir kısmını bulacaksınız. Bu yazıyı takip eden diğer yazılarımızda Merhum Atıf Hoca’nın risalesinin tamamını göreceksiniz.

Başlayalım.

İskilipli Atıf Hoca’nın Tesettür-i Şer’î risalesi şöyle diyor:

İnsanları cehâletin/inançsızlığın ve azgınlığın karanlıklarından çıkarıp iman ve ilim nuruyla aydınlatmaları için, onlara peygamberleri gönderen Allah’a hamd olsun.

Dünya nizamını ve âhiretteki cehennem azabından kurtulmanın yollarını en güzel şekilde açıklayan Âdemoğullarının Efendisi’ne, onun ehl-i beytine ve ona iyilikte, güzellikte ve doğrulukta uyan ashabına salât ü selâm olsun.

Tâbiînin büyüklerinden Sa’îd b. Cübeyr Hazretleri diyor ki:

“Arap kadınları, İslamdan önceki câhiliyet devrinde, başlarına çar yani başörtüsü örtüp iki omuzları arasından arkaya doğru sarkıtarak, gerdanlarını tamamen, göğüslerinin (çene altının) da bir kısmını açık bırakırlardı. O asırda kadınların diğer bir âdetleri de süslenerek evlerinden çıkıp, iyi veya kötü kim olursa olsun, yakını olmayan yabanca erkeklerle çekinmeden görüşüp konuşmalarıydı.

Bu iki câhiliyet âdeti, İslâmiyetle şereflendikten sonra da Medine-i Münevvere’de örtü âyeti nâzil oluncaya kadar devam etmiştir.”

Buhâri-i Şerifi şerh eden/açıklayan Aynî Merhum diyor ki:

“İslamın ilk yıllarında Hazreti Peygamber’in temiz eşleri de İslamdan önceki arap kadınlarının âdet ve kıyafetleri üzere hareket ederlerdi. Hazreti Ömer radıyallâhü anh, yabancıların onlarla eskiden beri gelen âdetlerine göre görüşüp konuşmalarından rahatsız oluyor, “Yâ Resûlallah! Nâmahrem (yakınları olmayan) kimselerin zevcelerinizle böyle konuşmaları uygun değildir. Bunlara tesettürü emir buyursanız” diyor ve bu sözlerini arada bir tekrarlıyordu.

Peygamberimiz ise tesettürün birçük faydaları olduğunu bildiği halde, bu meseleyle ilgili henüz ilâhî bir emir gelmediği için, ona hiçbir şey söylemiyor ve Allah’dan gelecek vahyi bekliyordu.

Hicretin dördüncü senesinin Zilkâde ayına kadar, Müslümanlar arasında câhiliyet devrinin bu kötü âdeti devam edip durdu.

Nihayet bu tarihte hicab/örtünme âyetleri geldi ve bu kötü âdetleri yıkıp kaldırarak birçok faydaları olan iki çeşit tesettür farz kılındı:

Birincisi, her kadının büluğa ermesiyle beraber, başından itibaren bütün bedenini kapatacak geniş bir elbise –çarşaf- ile vücudunu tamamen örtüp, kendisine nikâhı düşmeyecek kadar yakını olan erkeklerden başka hiçbir erkeğe, şer’an izin verilen yerlerinden fazla hiçbir organını göstermemektir.

İkincisi de, meşrû/normal bir ihtiyaçları olmadıkça evlerinden çıkıp yabancı erkeklerle karışık olmamaktır.

İslam dini, müslüman kadınlara Ahzab sûresinin 59. ve Nur sûresinin 31. âyetleri ile birinci çeşit tesettürü farz kılmıştır.

Ahzab sûresinin 59. âyetinde şöyle emrediliyor:

“Ey Nebî! Zevcelerine, kızlarına, mü’minlerin zevcelerine de ki; cilbab yani çarşaflarını üzerlerine yaklaştırıp yani giyip onunla örtünsünler.”

Nur Sûresi’nin 31. âyetinde de şöyle emrediliyor:

“İslam dinini kabul ve ona iman etmiş olan kadınlar, ihtiyaç ve zarûretten dolayı görünen uzuvlarından başka zînetlerini/zînet mahallerini açmasınlar ve baş örtüleriyle, boyun, gerdan ve göğüslerini örtüversinler.”

İslam dini, böylece câhiliyet zamanından kalma âdetlerden birini yıkıp ortadan kaldırmış ve kadınlara lâyık oldukları hürmeti lütfederek, onları değersizlikten ve kötü kimselerin saldırılarından korumuştur.

Hakkında nas (âyet, hadis gibi kesin delil) olmayan şeylerde örf ve âdetlere önem verilirse de, nassa (âyet ve hadislere) zıt olan şeylerde örf ve âdetlere yani insanların âdet ve alışkanlıklarına önem verilmez. Dolayısıyla, dini delillere zıt olduktan sonra, ister önceden beri yapılıyor olsun, isterse sonradan meydana çıkmış olsun, bütün örf ve âdetler, dinen hükümsüzdür, bâtıldır ve yok hükmündedir.

(İlk intişârı: 21.08.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir