5) Torun Kurtulmuş’un diğer bazı ifâdeleri de şöyledir:
“Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’nin kurucu başkomutanıdır, Recep Tayyip Erdoğan da bugünkü başkomutanıdır. Dolayısıyla, Recep Tayyip Erdoğan ile Mustafa Kemal Atatürk’ü farklı yerlerde göstermeye çalışmak, en azından siyaseten birtakım hesapların içerisinde olmak demektir.”
Buradan şunu da anlıyoruz ki, ihdas edilen öyle bir başkomutanlık vardır ki, bu “kurucu” cinsindendir; ve diğer başkomutanlıklardan da çok farklı, erişilmez, dokunulmaz, mistik derecelerde,“tanrılık ve yaratıcılık” husûsiyetlerine kadar her rütbeyi taşıyan, beşerîliğe kılıç çeken, dokunanı yakan ve çarpan bir “Başkomutanlık” dır… Dolayısıyla 2 başkomutanı aslâ biribirinden farklı göstermemeli, sonraki, evvelkinin içinde fenâ bulmuşcasına ayniyet içinde kabûl edilmelidir!.. Kim ki ikisini biribirinden ayrı gösterirse, bu, muhâlefet içindekilerin “siyâsî bozuk hesablar içinde oluşları” kabûl edilmelidir!.
Öyle anlaşılıyor ki, AKP, muhâlefetdeki bazı şirret ve azgın putperestlerin bastırması karşısında, 1. Ve 2. Başkomutanların biribirine ters gösterilmesinden, ödü koparcasına sanki çok “korkmaktadır!”
Kamal Paşa’nın böylece bir nevi “vesâyeti” altında varlık ortaya koymak, mevcûd rejimin polinezyacasıyla bir “tabusu” olarak yaşatılıyor!. Bir tarafdan “milletin hâkimiyyeti” denirken; diğer tarafdan da “Atatürk ilke ve inkilapları”na and içib bağlılık dillerde dolaşmaktadır ki, buradaki tenâkuzu anlamak da mümkin değildir… Hulâsa bu milletin “ortak değeri” de denilse, “ilke ve inkilaplarına” tapınılırcasına bağlılık nakarâtı da söylense, ortada, “ata kültü” denilebilecek bir ibâdet şekli var demekdir…
Bu da gösteriyor ki Türkiye’deki (putlaştırma), kızıl Kore’deki gibi hâlâ daha devâm etdirilmek isteniyor!
6) Şunu da belirtelim ki, Türkiye’nin içinden geçdiği şu son derece hassas devirde, AKP hükûmetleri kendilerini birçok “vesâyet” zincirlerini kırmış gibi takdîm etseler de, bunun böyle olmadığı her âkil kişiye ma’lûmdur.
12 ocak 2017 Perşembe günü parala-mentodaki tanrıların biribirlerine neredeyse salvo derecesine varan ve meydan dayağı atarcasına azgın saldırıları, burun kırmalara, boğaz sıkmalara ve ısırmalara kadar cinnetlik manzaralar ortaya koyabiliyorsa, bunlar, dediklerimizin bir vâkıa olduğunu da isbât eder…
15 Temmuz kuduruşunun üzerinden daha 6 ay bile geçmeden, ortaya bu “zaaf ve iç parçalanma” manzaraları konuyor da, (8 Ağustos Yenikapı rûhu) denen sun’î rûh üfürme seanslarının da bol bol içine ediliyorsa, bu memleketin iç ve dış düşman mihrâklarla başa çıkması sâdece bir lâf u güzâf olarak kalacakdır… Memleketin içi dışı düşman çemberindeyken, “Ortak değer” palavraları sıkmakdan çok evvel, bu “tefrika” denilen iç kanserin tedâvîsi şartdır… Bunun da, Âdem Aleyhisselâm’dan şimdiye kadar tecrübe edilen “beşerî felsefe, rejim ve sistemlerle” yapılamıyacağı apaçık ortada iken, hâlâ Ebû Cehil “küfr-i inâdîsiyle” bu bataklıkdan çıkmamak içün ayak diremek, belâyı peşînen kabûllenmek ma’nâsını tazammun eder…
Şimdi de “Tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak” tekerlemesiyle dünyaya meydan okunacağı sanılıyor!. İttihad-Terakkî haydutlarının bile “Hürriyet-müsâvât-adâlet” diye bir teslisleri vardı da ne oldu?. Baba Esed denen Baasçı eşkıyâ da Sûriye’yi “Vahde-Hürriyye-İştirâkıyye” yazılarıyla başdan başa milletini eze eze donatmışdı!.
93 senelik “Vesâyet” zincirleri FİİLEN kırılmadan, bunları herkes her gün 5 vakit bağırsa ne yazar?
Hulâsa, âcilen îdâm cezâsı çıkartılmazsa, bombalama ve sûikastların önünü almak mümkin olamıyacakdır. Her öldürme ve sûikastda, bu îdâm cezâsını çıkartamayanların hissedâr olduğunu düşünmek zorundayız!
Torun Kurtulmuş’dan alacağımız son paragraf da aşağıdaki olacak:
“Kusura bakmasınlar, bazı arkadaşlar da medyadaki bazı arkadaşlar da lütfen ayaklarını denk alsınlar” diyen Kurtulmuş, şöyle devam etti: “Özellikle sosyal medya sorumsuzca yayın yapılacak bir alan değildir. Türkiye, DEAŞ ile fiilen sahada bir savaş halindedir. Oturduğu sıcak masaların üstünde, uyduruk görüntüler üzerinden propagandalarla Türk halkının moralini bozmaya çalışmak vatanseverlik değildir.”
Soralım nedir o zaman?. Yürüsenize hâinlerin üzerine!. Bir sürü südü bozuk İslâmiyet’le cebelleşirken seyretmeseniz ve piçleri hizâya getirseniz, çok mu zor?. Dedenizin izinde olsanız da, onun rızâ ve duâsını alsanız, buna hangi it karışabilir?
Şimdi de Binbaşı Dede Kurtulmuş’dan son sözlerini alalım ve Torun Bey’in kulağında küpe olmak üzere mahalline tevdi’ ediverelim:
“BU MÜBÂREK DİNDEKİ VE KUR’AN-I KERİM’DEKİ BÜYÜKLÜĞÜ ANLAMAYAN MÜSLÜMANLARA BU BÜYÜK HAKÎKATLARI ANLAMAK İÇÜN BİTMEZ TÜKENMEZ ANLAYIŞ VE HEVES VER Bİ HAKKI’L-AZÎM.”(a.g.e, s.73)
(İlk intişârı: 12.01.2017)