Ramazanda en nazik işlemlerden birisi Ramazan ile 1 Şevval gününün emin şekilde tesbitinde… Kamerin incecik bir kıl gibi görünüp uçuverdiği gece o ayın müjdecisidir ve bu görünüşün ismi hilâldir.
İslâmın ve bayrağımızın remzi olan hilâli tesbitte dünya üzerindeki Müslümanların gözlerinden başka şahit kabul edilemez. İlim dedikleri hesapların sözde bilgi kibirinden başka mânası olamaz. İlim yanılabilir, fakat göz, görebildiğinde aldanmaz. Limanı gören gemi kaptanının pusulaya ihtiyacı olamaz. İşi illa hesaba dökmek isteyenlerin inadı, hasta iyi olduktan sonra ilaç vermeye kalkışan (formalite) yobazı doktorun ısrarına benzer. Hesabta “ilmel-yakîn” varsa, görmekte “aynel-yakîn” var… Ve esasen oruç emri böyle başlayıp böyle gittiğine göre yine böyle devam etmesi gerektiğini anlamamak ve dini birtakım ilim kılıklı cehaletlerin emrine vermek ne idraksizlik!.. İşte kötü bid’at örneğinin ta kendisi ve çağ dışı olmak yerine çağ içi en (modern) şekli!…
Ramazanda, ilim dedikleri, hakîkatte birbirinin yanlışını çıkarmaya memur bilgi tezgâhtarlarının hatası şuradan bellidir ki, bir kerecik olsun tayinleri doğru çıkmamış ve bildirdikleri gün daima önceye değil, 1 gün sonraya gelmiştir. Önceye gelseydi, diyebilirdik ki, Müslümanlar hilâli 1 gün sonra gördü; ya evvel görenlerin gözleri neye tesadüf etti? Hilâl yerine bir göktaşına mı? Bu meselede anlayışsızlık yürekler acısıdır; ve Bayram gününedek uzandığı için Müslümanları haram günde bile oruç tutmaya zorlayıcıdır. Eskiden, haberleşmenin zor olmasına ve her mıntıka kendi görgü şahitlerine dayanarak iş görmesine rağmen bozulmayan düzen, şimdi Filipinlerde bile Hilâl görünse bir anda dünyaya yayılabileceği mesut şartlar içinde bedbahttır. Niçin öbür İslâm ülkelerinde ilme itibar yok da bizde var? Zaman ve mekân dışı yaşıyoruz da onun için… Asıl ilim, ilmi anlamaktır.
Hadis emri, “Oruca hilâli görmekle başlayınız ve eğer görmek mümkün olmazsa Şaban ayını 30 gün sayarak ertesi günü Ramazan kabul ediniz!” meâlinde iken, bu işde gayretkeşlik, budala bir nâdânlıktan başka bir şeye yorulamaz.
Havanın açık bulunduğu şartlarda hilâli görmemek mümkün olamaz; bütün dünyada da kapalı olması imkânı düşünülemez… O halde bunca basit bir işde bu gaflet ne demek ola?.. Dünyanın bir yerinde iki Müslüman ve adil şahit “gördük!” der demez gerçekleşecek ve o anda bütün İslâm alemine yayılabilecek bir vâkıa üzerinde bu çekişme abestir.
Şeriatte, mevkiin en yüksek yerine çıkıp göğü tarassut eden iki âdil Müslümanın şahitliği yeterlidir. Ramazan içinde de büyüyen ayın kaçıncı gününü kaydettiği belli olacağına göre Şevval’in ilk gününü tesbit kolaylaşmaktadır. Bütün zorluk bazı kamerî aylarının 29 çekmesinden doğmakta ve bunun çaresi de yine rûyete dayanmakta… O halde?..
Bu şartlar altında Müslüman –Türk’e vazife, intibaksızlık görüldü mü, son günü oruç tutmayıp Bayram çıkar çıkmaz ilk ve son olarak iki günü kaza etmek… Birinde “ya geç kaldımsa?”, öbüründe “ya haram güne tesadüf ediyorsam?” kaygısı…
Bu şekilde rûyet, “Kifâyet Farzı” olarak vâcib…
Siz farz ve vâcible alıp vereceği olmayanlara değil, emriyle oruç tuttuğumuz Allah’ın gösterdiğine göre iş görünüz. Bu bahiste bilgiçlik ve müneccimlik iddialarına itibar olmadığı en eski devirlerden beri İslâmî bir ölçü…
[ İMAN ve İSLÂM ATLASI, Sayfa: 170-171 ]