“Bizden Gayrılarına Özenenler Bizim Milletimizden Değildir.”
2 Aralık 2017
Abdülhakîm Arvâsî Efendi Hazretleri’nin İman Hakkındaki Yazısı
31 Aralık 2017

MERHÛM İSKİLİPLİ ÂTIF EFENDİ HAZRETLERİ:

 

“Şer’-i Şerif’de Küfür Alâmeti Add Olunan Şeyleri İstihlâl Veya Hurmetini İstihfâf Edenlerin Küfrü Şübhesizdir.”

  

“EHL-İ KÜFRE ŞİARLARINDA TEŞEBBÜHÜN HURMETİ İCMÂ’-I ÜMMETLE SÂBİTDİR…”

 

“Onun içün istihlâl ve istihfâfı küfürdür…”

 

A’mâl-i zâhire, ahvâl-i bâtına ve rûhiyyenin mezâhiridir. Ahvâl-i kalbiyye onda inkişâf eder ve rü’yet olunur. Ba’zı a’mâl-i beşeriyye vardır ki kalbden bir dâî ve sâik sebebiyle insan ona mübaşeret ider, te’sîrât-ı hâriciyyeden âzâde olarak kendi hâline kalınca behemehâl o ameli işlemek mecbûriyyetinde olub, ona mümânaât idemez.

Ba’zı a’mâl-i beşeriyye de vardır ki: İhvâna muvâfakat, kuvvete tebaiyyet, celb-i menfaat veya def’-i mazarrat gibi ârızî bir takım esbâb ve avâmil-i hâriciyyenin te’sîriyle mübâşeret olunur. Arızî olan o esbâb-ı sâika, zâil olunca âdet hâlini almamış ise insan ondan ferâğat idebilir. Meselâ almış olduğu terbiye netîcesi olmak üzere bir kavmin ma’neviyyeti ile sıbğalanmış ve ahvâl-i rûhiyyesiyle hâllenmiş olan bir adam ziy ve kıyâfetde, âdet ve muâşeretde, sûret ve sîretde o kavme teşebbüh ve taklidde ve onlara muvâfakate muztar olur. Sâik, rûhî ve kalbî olduğu içün kendi hâline kaldıkça o ziy ve âdeti, sûret ve sîreti terke rızâ ve semâhat gösteremez. Şâyet te’sîrât-ı hâriciyye ile terke icbâr olunursa kalbden müteessir olub, rûhundaki sıbğa izâle edilmedikce o adam bu halden vaz geçemez. Fakat bir adamın ziy ve kıyâfetde, âdet ve sîretde bir kavme teşebbüh ve taklîdi, ârızî bir takım esbâb-ı hâriciyyenin te’sîri ile vâki’ olursa, o adam, o hâli terk etmekde beis görmez ve bundan dolayı azâb-ı vicdânî duymaz. …… Ehl-i küfrün şiâr ve alâmet-i mahsûsası olan şeyleri giyinmek, kuşanmak ve takınmak husûsuna sâik ya rüsûh bulmuş bir hâlet-i rûhiyye veya esbâb-ı hâriciyye olmakdan hâlî değildir. Sâik esbâb-ı hâriciyye olduğu takdirde, ya ihtiyârı selbe bâis olur, veyahud olmaz. Bu makamda aklen daha başka ihtimal tasavvur olunamaz. Sâik hâlet-i rûhiyye ise, meselâ terbiye ve i’tiyâd te’sîriyle bir adamın rûhu sıbğa-i küfr ile boyanmak ve kalbi o ma’neviyyet ile ittisâf etmek netîcesi olmak üzere Allâh’a, Rasûlullâh’a, Şeriat’a ve sâir zarûriyyât-ı dîniyyeye îmân ve i’tikâdı olmadığı içün seve seve ehl-i küfrün şiâr ve alâmet-i mahsûsasını iktisâ ve ittihaz etmiş olursa, o kimsenin küfründe şekk ve şübhe yokdur ve olmaz; zîrâ bu a’mâl-i zâhiresine sâik aynı küfürdür. Anın içün fukahâ-yı kirâm hazerâtı “küfre niyyet eyleyen kimse o andan i’tibâren kâfir olur” diyorlar. Ve kezâ Şer’-i Şerif’de küfür alâmeti add olunan şeyleri istihlâl veya hurmetini istihfâf edenlerin küfrü şübhesizdir. Şiâr-ı küfürde teşebbühü istihlâl etmek de bu kabildendir. Zîrâ “Men teşebbehe bigayrinâ feleyse minnâ” hadîs-i şerîfi ile şiâr-ı küfürde ehl-i küfre teşebbühün nehy olunduğu asr-ı seâdet-i nebeviyyeden zamânımıza kadar tevâtüren nakl oluna gelmekde olub, ümmet-i Muhammed’den her asırda bulunan müctehidîn-i kirâm hazerâtı bunun hurmetine icmâ’ ve ittifâk etmişlerdir. Binâenaleyh ehl-i küfre şiârlarında teşebbühün hurmeti, edille-i şer’iyyeden icmâ’-ı ümmetle sâbitdir. Onun içün istihlâl ve istihfâfı küfürdür.”

 

Kaynak: (Türkçesi Mecmuası, Devre:3, Sayı:4, sh. 16, Zilkade 1410, Haziran 1990)

(İntişârı: 10.09.2011)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir