Partiler Hiç De Doğru Olmayan Bir Teşkîlâtdır…
21 Mart 2019
Dembokrasi Herc ü Merci!
23 Mart 2019

CUMHÛRİYETİN LÂİK VE DEMOKRAT ADAM VE MADAMLARINI “OYLAMAMAK, BÜYÜK VEBÂL” Mİ?

Sıddîk YAVUZOĞLU

 

Evet tekrâr soralım: “Cumhûriyetin Lâik Ve Demokrat Adam Ve Madamlarını Oymamak, Oynatmamak, Onaylamamak Ve Oylamamak, Büyük Vebâl Mi?”

Hilâfetin ilgâsından bu yana Türkiye, Cumhûriyet’in hâkim olduğu bir beldedir. Kurucusu da “Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz.” Demiş; ve Cumhûriyet’in, “demokrat” ve “lâiklik” sancaktarlığı, muayyen vakitlerde “çoğunluk dâima haklıdır” safsatası ile bugüne kadar “sandıklarla” taşınmış durmuşdur.

İşbu Demokrasi Dîni’nin bir rûknü olan rey verme zamânı yaklaşmaktadır. Bu vakitler yaklaştığında bir kısım müslümânların akıllarında suâller olur ve İslâm Dîni’ndeki yeri merâk edilir. Bunun içün de günümüzde, “kendilerine en yakın buldukları hocalardan” fetvâ aramaya başlarlar! Hiç şübhesiz “sosyal” medyada mes’eleye ilişkin videolar izlenmeye başlanmışdır.

Esâsen Müslümân, îmânı gereği Hakk’ın Hâkimiyyetini tek bilir ve tâğûtî tüm küffâr sistemlerini reddederek Merhûm Müfessir Elmalılı Hamdi Efendi Hazretleri’nin buyurduğu; “Tevhîd’in şartı masivallâha küfretmek değil, masivallahdan ulûhiyyeti NEFYETMEKDİR….. Mü’min-i Muvahhid olmak içün Allâh’a îmândan evvel küfre tevbe etmek şartdır, bu tevbenin şartı da tâgûtları aslâ tanımamaya azmeylemekdir” (1) hakîkatına şekksiz ve şübhesiz îmân etmişdir.

Burada “tâğût” kelimesinin İslâm kaynaklarında geçen izâhını beyân edelim ki mes’ele daha iyi fehmedilsin.

 “Tağut: Allâh’ın indirdiği hükümlere karşı yeni hükümler icâd eden ve icâd ettiği hükümlerini de insanların hayâtında tatbîk etmeye kalkışan kişidir. Bunun insan, şeytan veyâ başka bir şey olması durumu değiştirmez.” (2) “Hakkı bâtıl, bâtılı hakk yapmağa çalışanlar ise, haysiyyet-i ilmiyyeden ârî birer tâğûtdurlar….. Allâh’ın emrine muhâlif olduğu zâhir olan hatalarına (ulemâ bile olsa) itaati tecviz eylemek, velhâsıl Allâh ne diyor diye düşünmeden, Allâh’ın emrine ittibâ’ı hesâba almadan ittibâ’ eylemek dahî öyle bir şirk ve küfür demekdir.” (3)

İbâdet edilmeye yegâne lâyık olan Cenâb-ı Hakk, hüküm, emir ve yasakların vaz’ında da Kâdir-i Mutlak ancak O’dur. Kişinin kendince yâhûd başka kimselerin ihdâs etdiği kanûnlar ile yönetilmeyi Hâkim-i Zülcelâl Hazretleri kat’î sûretde men’etmişdir. Şeytan, insanları devamlı idlâle çalışır ki, Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri’nin bu noktadaki satırları şöyledir:

“Allâh’ın emrini, Allâh’ın kânûnunu taharrî etdirmeden, kendi kendine YALANDAN KÂNUNLAR UYDURTUR, kânun-ı hakka muhâlif işler yaptırır ve nihâyet başını belâya sokar.” (4)

Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’dan, Hatemü’l-Enbiyâ olan Hazret-i Peygamber (aleyhissalât ü vesselâm) Efendimiz’e kadar gelen bütün Peygamberân-ı Zîşân (aleyhimüsselâm) Hazerâtı, ümmetlerine Allâh’ın Şerîatlarını teblîğ etmişlerdir.

İnsanoğlu yaratıldığı zamandan bu zamana kadar Allâh ve Resûlü’nün irâde ve hâkimiyyetini beğenmeyib; “Hâkimiyyet kayıtsız şartsız milletindir” diyenler olmuş, kendi akıl, hevâ ve heveslerine tapmış ve taptıra gelmişlerdir. Hakk’ın hâkimiyyetini tek tutan müslümânlar kula kulluk diktatöryasını red etmiş; Son Kitâb ve Şerîatı kıyâmete kadar devâm edecek olan Kelâm-ı Kadîm’e îmân etmişlerdir.

Müslümânlar içün “kitâba imânın mânâsı o kitâbın ahkâmını tamâmıyla kabûl ve mu’cibiyle amel edeceğine ahd ü permân etmekdir.” (5) Buna böylece îmân etmek zarûrât-ı dînîyedendir. Kur’ân-ı Kerîm’i mukaddes bilib, “bu benim âhiretim için şurada dursun” diyerek duvara asıb, dünyâda da “ana-baba” gibi yasaları kabûl edib, “bu zaman da şerîat hükûmleri tatbîk edilemez” demekle KİTÂB’a imân edilmiş olunamaz…

Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Elmalılı Hazretleri tefsîrinde şöyle buyurur:

“…herhangi birini RABB ittihaz etmek içün ona behemahal “RABB” nâmını vermiş olmak şart değildir. Allah’ın emrine muvâfık veya muhâlif olduğunu hiç hesâba almıyarak, onun emrine itaat etmek ve alelhusus, ahkâma müteallık olan husûsatda onu vâzı’-ı ahkâm ve hukuk gibi tanıyıb da, o ne söyler, ve ne emrederse HAKK oluverir gibi farzetmek, ona itaatle Allâh’ın emr ü hükmüne muhâlefet eylemek, ONU ALLÂH’DAN BAŞKA RABB İTTİHAZ EYLEMEK ONA TAPMAK DEMEKDİR.” (6)

Merhûm Mehmed Vehbi Efendi Hazretlerinin Hulasatü’l-Beyân Fî Tefsîri’l-Kur’ân nâm eserinde ise;

“Fahr-i Râzî’nin beyânı vechile Allâhü Teâlâ’ya şerik i’tikâd etmek; gerek putlar olsun gerek yıldızlar olsun, gerek veled isnâdı olsun ve gerek indî ahkâm-ı bâtılayı isnâd etmek olsun, cümlesi iftirâ-yı alâllâhta dahîl olduğu gibi, Kur’ân’ı ve sâir âyâtı ve nübüvvet-i Muhammediye’yi tekzîb etmek de, tekzîbe dâhildir.” (7) buyuruyor.

Bu ve misâli hakîkatleri beyân etmek her cübbeli ve sarıklının harcı olmasa gerek… Zîrâ “Teke tek” programında Fatih Altaylı’nın; “Türkiye bir Şerîat hukûkuyla mı yönetilmeli?” suâline Cübbeli şöyle cevâb veriyor:

 “Şu ânda böyle bir ortam yok, zaman zemin kaymış gitmiş… bu döndürülmüş, değiştirilmiş. Fakat burada bir özgürlük te’sis edilmiş. Atatürk bunu uygulamış bu özgürlüğü, çok da güzel uygulamış.” …. “Lâiklik Avrupa’daki anlamıyla uygulansa herkes rahat edecek” diyor.

Bâlâda zikredilen ve mâba’dinde beyân edilecek olan hakîkatlere binâen deriz ki; Şerîat içün “zaman-zemin kaymış gitmiş” denilemez. “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” hadîs-i şerifi mu’cibince Mü’minler Allâh ve Rasûlü’ne lâyık îmân sâhibi olmadıkça; ve bu zemîni samîmi bir kalb ile isteyib de sabırla mücâdele vermedikçe, adlî bir sistem ortaya çıkamaz. Bugün “cumhûriyet”, “lâiklik” ve “demokrasi” teslîsiyle yönetiliyor olmamız, îmânımızın gereği ve mutlak farz olan İslâm ahkâmına olan itâatimize sırt çevirmemiz mânâsına gelemez. İslâm’a taban tabana zıt bir sistemin meclislerinden, İslâmî hâkimiyyetin zuhûrunu ve murâdın husûlünü beklemek, beyhûde bir çabadan ibâretdir. İslâm dîni laboratuvarlık tecrübe dîni olmamakla berâber, bu girişimlerle müsbet bir netîce elde edilemiyeceği gerçeği de, geçmişden günümüze kadar gören gözlerin müşâhedesindedir. Şerîatı müdâfaa niyeti taşıyan nicelerinin, zamanla zihinlerinin demokratlaşarak bâtıla kaydığı hakîkatı da, ne kadar esef edilse meydandadır.

Merhûm Muhammed Zâhid Kotku (Rahmetullâhi Aleyh) Hazretleri bu mevzûyla alâkalı bizlere şöyle nasîhat ediyor ve; Zavallı, sana ne oldu da böyle şeytânî fikirlerle kurulmuş bir dolaba giriyorsun? Hiç de aklın yok mu? Bu kadar tahsili ve serveti, böyle bir İslâm düşmanı cemiyete girmek için mi yapdın? Yazık sana hem de çok yazık. Senin dîninden sökülüb, İslâm’ın gayrı bir cemiyete intisâbından dolayı, artık seni İslâmiyyet, müslüman olarak kabûl edemez. Çünki, artık sen müslümanın malı değil, bir hırıstiyan veya bir yahudî şebekesinin adamısın. Bunu böyle bil.”“Partiler hiç de doğru olmıyan teşkîlâtlardır. Zîrâ birinci zararları, memleketdeki vahdeti birliği bozmakdır. (8) buyuruyor.

Winston Churchil’in meşûr sözlerini bilmeyenler için yazalım. Diyor ki:

“Ulan biz keriz miyiz? Biz Osmanlıyı yıkmak için 29 yıl uğraştık, 700 milyon altın harcadık, sonra çekip gittik öyle mi? Hadi oradan..! Osmanlının kalbinin attığı Türkiye’nin yönetimini kendi sâhiplerine bırakacak kadar keriz değiliz. Tabi ki bizim evlatlarımıza parti kurup ülkenin başına geçirdik. Devletin yönetimini Taşnak Ermenilerine, ekonomisini de Yahudilere teslim ettik.”

Küffâr sistemlerin içerisinde İslâmî bir nizâm kurulamaz. Kendilerinden olunmadığı müddetçe kimseyi aralarına almazlar. Nitekim Hakk Teâlâ Bakara sûresinin 120. âyet-i celîlesinde bunu bizlere ta’lîm ediyor:

Sen milletlerine tabi olmadıkça ne Yehud, ne Nasara senden asla hoşnud da olmazlar. Her halde yol, Allah yolu de, şanım hakkı için sana vahyile gelen bu kadar ilimden sonra bilfarz onların hevâlarına tâbi olacak olsan Allahdan sana ne bir veliy bulunur ne bir nasır.”

İslâmiyet’i hâkim kılmak yalnızca onun vaz’ ettiği usûl ve kâideler nisbetinde elde edilmeye çalışılabilir. Allâhü Teâlâ Hazretleri, M……d Sûresi’nin yedinci âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;

         “Eğer siz Allâh’ın dînine yardım ederseniz, Allâh da size yardım eder ve sizi pâyidâr kılar.”

Ehl-i Sünnet i’tikâdınca;

“İslâm şerîatini gayr-i İslâmî kânûnlara yaklaştırmaya ve onları şerîatin yerine koymaya çalışan kimse, kalbinde hastalık bulunan ve aklı şerre çalışan kimsedir. Böyle biri, esenlik ve yükselme aradığı yerde fesâd ve bozgun bulmaktan başka bir şey yapamayacaktır! Kendi aklını Yüce Allâh (Celle Celâluhû)’ın ilminden ve şerîatinden üstün gören kimsenin İslâm ile en küçük bir ilgisi kalmamıştır! [Çünkü bu, apaçık küfürdür.]” (9) “İslâm milletinden olup da, ba’zı hükümlerde başka milletlere uyan kimse kâfir olur.” (10)

Hakk’a teslîm olmuş hangi müslümân “lâiklik” ve sâir gibi yönetimlerin kucağına atlamakta rahatlık bulabilir? Hayât-ı ictimâiyyesinde mevcûd olması icâb eden (muâmelât-ı dîniyede) bir mes’elede kimin kapısını çalacak? Hakkı gasbedilmiş bir mevzû’da ona adâleti kim sağlayacak? Eşit olmanın adâletsizliğinden onu kim kurtaracak?

Onun en temel mes’elesi, şu İslâm DÂRI olmayan dünyada ve âhir zamanda elde ateş misâli îmânını muhâfazaya çalışmak olacaktır.

Merhûm Şeyhü’l-İslâm Mustafa Sabri Efendinin şu sözleri Müslümanların ne kadar hazîn bir hâlde olduklarını ifâde eder;

“… Türkiye, Dar-ı İslâm olmakdan çıktıkdan sonra ne ermeniler ve ne de yahudiler, Müslümanlar derecesinde yersiz ve yurtsuz bilhassa sâhibsiz kalmamışlardır.” (11)

Mes’ele “başımıza yönetici tâin ve tesbît konusu”ymuş… “İnsan vatana millete en faydalı, hayırlı hizmet edici gördüğü, kendine en yakın bulduğu yere oy vermeli”ymiş…

“Oy vermemek büyük vebâl”miş!.

Bu fetvâ da Merhûm Osmanlı Âlimi Ali Haydar Efendi gibi “Demokrasinin D’sini ağıza almak küfürdür!” (12) diyen bir allâmeye isnâd ediliyor ki, bu, ona sâdece bir iftirâdır… Hâlbuki Cübbeli’nin sosyal medyaya düşen (ve daha sonrasında nedense kaldırılan) bir videosunda, Ali Haydar Efendi Hazretlerinin demokrasi hakkında bir sözü olduğunu ifâde ediyor ve “söylesem etrafımda adam kalmaz” diyor!.. Lâkin söylemek bir yana, şimdi o videosunu bulabilene aşk olsun!..

Böyle tenâkuzlar, bocalamalar, dengesizlikler, hakkı bâtıl ve bâtılları hakk göstermeler asıl (vebâldir) ki, “Hoca geçinmekle” bu vebâllerin ebedî hüsrânından kurtulmak aslâ mümkin olamaz…

Vebâl aramaya pek meraklı olan zemâne sarıklı politikacıları, bunu, “… demokratik ve lâik cumhûriyete ve atatürk ilke ve inkılâblarına bağlı kalacağına, anayasaya sadakatten ayrılmayacağına namus ve şerefi üzerine yemin…” çekenlerde aramalıdır! Bu kabil politikacıları “başlarına yönetici ta’yîn” etmek; ve “Allâh ve Rasûlü’nün irâde ve hâkimiyyetini tanımam” diyen bâtıl batının beyinlere çaktığı demokrasi düzeninin idâmesine vesîle olarak, Batı emperyalizminin işgâline girmek, acaba (vebalin) hangi tür eşedd ve katmerli olanıdır?

Merhûm Müfessir Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri buyurur:

“… herhangi bir ferdin, vaz’-ı ilâhî olan hukûku, kendi rızâsı munzam olmaksızın, diğer bir vaz’-ı beşerî ile, tebdîl tağyîr veya tasarrufa mahkûm olabiliyorsa, o artık yalnız Allâh’ın kulu değildir. Ve onda, bir hisse-i esâset vardır. Ve artık onun vecâib ü vezâifi, mahz-ı Hakk’ın icâbına değil, şunun bunun keyf ü irâdesine tâbi’dir. Binâenaleyh Hakk Teâlâ’yı tanımıyan kimsede, hukûkuna mâlikiyyet ma’nâsına hakk-ı hürriyet farzetmek bir tenâkuz olduğu gibi, Hakk Teâlâ’dan başkasına kul olanlarda da,hürriyet FARZETMEK İMKÂNSIZDIR. Ve bunun içün zamân-ı hürriyet, yalınız ALLÂH’A UBÛDİYETDEDİR. Ve sırât-ı müstakîmin mebdei, bu ubûdiyyet ve ilk gâye-i dünyeviyyesi de, Nİ’MET-İ UZMÂ OLAN BU HAKK-I HÜRRİYETDİR.” (13) buyurmuşlardır.

Hâl böyle iken, nasıl olur da beşerî bir sisteme kul olmayan müslüman “büyük vebâl” işlenmiş olur?

Hakk ve hakîkatler Ehl-i Sünnet Ulemâmızca önümüzde a’yân beyândır. Gerisi beşerin irâdesine kalmışdır. Dilerse onu, Hakk’a, dilerse nefsî arzuları içün bâtıla sarf eder.

Vesselâm…

…………………………………………………………………………………..

DİPNOTLAR:

1) Elmalılı Tefsîri, (c.2 s. 871, 1936 tab’ı.)

2) Câmiu’l Beyân Fî Tefsîru’l-Kur’ân (Taberî)/c:3, sh;13

3) Elmalılı Tefsîri, (c.4. s. 2513-14)

4) Elmalılı Tefsîri, (c. 1, s.585)

5) Hulasatü’l-Beyân Fî Tefsiru’l-Kur’ân/Merhûm M. Vehbi Efendi (sh;1797)

6) Elmalılı Tefsîri, (c.4, s.2512, 1. Tab’ı)

7) Hulasat’ül Beyân Fi Tefsir-i Kur’ân/Merhûm M. Vehbi Efendi (sh;1620*)

8) Mü’minlerin Vasıfları/Mehmed Zâhid Kotku (sh;75-78)

Tafsîlâtı içün bkz: http://www.turkcesi.biz/ulumi-seriyye/akaid/partiler-hic-de-dogru-olmayan-bir-teskilatdir.html

9) Makâlâtu’l-Kevserî 1/Muhammed Zâhid el-Kevserî (İstanbul Rıhle Kitab, 2014, Sh;301.5)

10) Ehl-i Sünnet İ’tikâdı (Câmiu’l-Mütûn)/Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri (sh;125)

11) Din ve Milliyet -4- Yarın Gazetesi Şeyhü’l-İslâm Mustafa Sabri Efendi (29 Safer 1349/25 Temmuz 1930, sh;374, No. 67)

12) Tenâkuzlar Çukuru mu, Fikir Fâhişeliği mi? (Zıyâiyye Bekçisi) http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ziyaiyye-bekcisi/tenakuzlar-cukuru-mu-fikir-fahiseligi-mi.html

13) Elmalılı Tefsîri, (c. 1, s. 129)

 

İntişârı: 22.03.2019 / 11:53:06

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir