Dembokrasi Dîni İctihadları Ve Faruk Beşer!
27 Mart 2019
(2) Müslümanın Belâsı, Onu “Sekülerleştiren” Batırıcı-Bâtıl Dembokratik Politika Ve Parti Tefrîkasıdır…
27 Mart 2019

MÜSLÜMANIN BELÂSI, ONU “SEKÜLERLEŞTİREN” BATIRICI-BÂTIL DEMBOKRATİK POLİTİKA VE PARTİ TEFRÎKASIDIR…

(1)

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Resmen ve alenen “dembokrasi ve parti-pırtı îmânını” tazelemekle ömrü geçen adamların, diğer tarafdan da “İslâmiyyet’i esas alarak hizmet edeceklerine ve hele asıl gâyelerinin bu olduğuna” inanmak içün, insanın, insanlık dışında bir başka mahlûk olması; veya süper câhil ve salak bulunması veyahut da üçüncü şık olarak, İslâmiyyet’i içden yıkmak içün çalışan bir iç hâin keyfiyeti iktisâb etmesi lâzımdır…

İslâmiyyet gibi (alternatifi müstahil ve noksan sıfatlardan münezzeh O mutlak Yaradan’ın nizâm ve sistemini), kendi dışındaki herhangi beşerî ve felsefî bir sistemin payanda ve vesâyeti altında yaşatma ve hayata geçirme iddialarına, (hangi dembokratik bir partiden gelirse gelsin), bir müslümanın inanması, îmân etdiği sübhânî nizâmı nefy ve redd ma’nâsına gelir…

Geçdiğimiz aylarda, 41 yıldır bu mutlak tenakuzlarla müslümanları oyalayıb enerjilerini hebâ eden, dembokratik bir partiler silsilesinin kongresinde yaşanan rezâletler, müddeamızın en bâhir bir isbâtı olarak karşımızda… Öylesine bir fitne çarkının en pespâye dedikodu i’mâlâtçıları olarak ve biribirlerini en âdî lâf çirkefleri ile karalama içine girdiler ki, böylesine bir levsiyâtın, İslâm adına aslâ yaşanamıyacağı; ve bunun, olsa olsa, İslâm dışı keyfiyetlerin bir pisliği olacağı aynelyakîn ortaya dökülmüşdür… Aynı da’vânın (?) adamı olduklarını iddia edenlerin bir kanadı, oğullu, kızlı, damatlı, damad birâderli v.s. li Erbakanlar ile; 41 yıllık dalkavukluğun pasta hissedârları olan Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk, Yâsin Hatiboğlu, İsmail Müftüoğlu gibi, parti-pırtıdaki her fitnenin altında parmakları olan adamlar…

Bunlar, “kerâmet buyurdunuz efendim!” müdâhenesinde bulunmayan öz adamlarını, kazığa çakmakdan beter, (CEHE…. Partisi patronu) ve Peygamber düşmanlığı ve tahkirciliğinden mahkûm (Önder Sav aklı) ve (laik düzen tâğûtî mahkemeleri) eliyle de “helâk etme!” ihtilâcları içine bile girmişlerdir… 

Şu rütbeleri ile müseccel “Milli Görüş Lideri, 54. Hükûmetin Başbakanı, Profesör Doktor Necmüddin Erbakan” Hazıretleri, bunu, kongreden 2-3 hafta geçer geçmez Kanal 5 tv ile bütün dünyâya, düşmanlarını güldürmek ve sevindirmek pahasına i’lân etmiş; ve Başkanları olan zata (!) aynen “Helâk olursun!” tehdîdi, hışmı, gadabı, savleti, hiddet ve şiddeti, ibâre ve sîgâsıyla höykürmüşdür!.. (Bakınız 29. Temmuz. 2010 tarihli tv konuşması…)

Zâten 41 yıldır kendilerine “kerâmet buyurdunuz efendim!” demeyen ve önlerinde el pençe divan durmayanları -(Cücevit ve Önder Sav gibi yoldaş Cehe….partililer hariç)- ya “bizden değildir ona neden Millî Gazete’de yazı yazdırıyorsun!” diyerek aforoz etmek istemişler; ya “yehûdî askeri!” diyerek iftirâ bombardımanına tutmuşlar; ya “patates dinli!” diyerek istiskâle yeltenmişler; ya “bu seçim müslümanların sayımı olacakdır!” herzesiyle kendilerine oy vermeyenleri tahtında müstetir “gâvur!” saymışlar; yahud da son umûmî intihabda olduğu gibi “sakallı Hüsnüüü, Bizans’ın çocukları, hâinler! v.s.” diyerek hırs ve gayz kusmuşlardır… Böylece de, muârızlarından gûyâ intikâm almış ve onları ademe mahkûm etmiş oldular!. Daha neler ve neler ki, 41 senenin bu türden rûhî ihtilâc ve hezeyânları sıralanacak olsa, birkaç cild kitab yazmak icâb eder…

Böylece de, nice “ah!” u enîn eden müslümanlardan hadsiz beddualar alarak, istikbâllerini, kendi elleri ile bizzât karartmış ve helâk etmişlerdir… (Bugünlerdeki hâdiselerin altında, alınan bunca âh u enîn ve bedduaların yatdığı aslâ unutulmamalıdır…)

Bunları ve bu gün ortaya çıkan netîceyi, Büyük Üstâd Merhûm Necib Fâzıl Bey kaç kere kulaklarına duyurmak ve beyinlerine çakmak  içün yıllarca çalışıb çabalamış; ancak onlar, buna burunlarının ucu ile gülüp geçmiş ve zaman zaman da Merhûm ile şirretçe istihzâ ve gizli cidâl etmekden bile utanmamış ve çekinmemişlerdir…

Bir Müslümanın, “dembokrasi!” diye gece gündüz onu tenzîh edercesine çenesine aldığı beşerî ve felsefi bir sisteme mukâbil, şu veya bu, hangi sebeble olursa olsun, (ikrâh-ı mülcî) de olmadığı hâlde her i’câbetdiği zaman ve mekânda sarîhan “İslâmiyyet’i ağzına almaması,” hakk-ı sarîhi ketmetmek demekdir ki, bu iğrenç cür’mün de Allâh Azze ve Celle’nin yolu olan Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat nizâmındaki (karşılığı), zarûrât-ı dîniyyeden bir hüküm olması hasebiyle, şek ve şübhe edilemiyecek derecede îmânı kül eder…

Merhûm Üstadımızın nice mısrâlarından bu hususda en bilinen birkaçını misâlen zikretmeliyiz:

“Demokrasi bu halka,
Burunlarda bir halka.
Hürriyet mi diyorlar;
Balık ağzında zoka.
Bilmezler ki hürriyet,
Teslim olmakdır Hakk’a…

………

Biçâre demokrasi,
Karanlıkda körebe.
Parti, bölücü âlet,
Batı’dan bize hibe (1975)

………..

Nedir çâremiz nedir?
Demokrasi mi, hâşâ!
Hürriyet, o bir ökse,
Uygarlık, o bir maşa!
Asırlık Garb plânı,
Türk rûhunda kargaşa.
Tek maksat bu yollardan,
Türkü getirmek tuşa!

…………
Garb seni boşamadan,
Davran, sen onu boşa!

…………

Hakimiyyet Hakk’ındır,
Yazdır bunu nakkaşa!
Hakk var, ne halk, ne halklar,
Basmayın artık yaşa!  (1981) 

Evvelâ kulak, sonra beyin ve kalb, en nihâyet de nasib yoksa, Büyük Mürşid, Velî ve Allâme Merhûm Ali Haydar Efendi Hazretlerinin “Demokrasinin D’sini bile ağza almak küfürdür!” sözündeki hakîkatı kimseye duyuramazsınız!

ÜSTÂD MERHÛM’A KARŞI İRTİKÂB EDİLEN ŞU İĞRENÇ YALAN VE KATAKÜLLİ, NİCE MES’ELENİN VE HÂDİSENİN DE MİKYÂSINI ORTAYA KOYACAK DEHŞETDEDİR… 

Merhûm Üstad Necib Fazıl beyin o dehâ çapındaki “ferâsetiyle” kaleme aldığı ve kerâmetin 10’uncu kuvveti çapındaki gerçeğiyle de, vefâtından 27 yıl sonra bile agoranın ortasında âbideleşen satırlarını aşağıda aynen iktibâs edeceğiz. Îmân, akıl, insâf ve vicdânı olanlar, bir tek hecesini atlamadan bu müthiş satırları okur da, kalb, vicdân ve beyinlerinin muhâkemesi eline verirlerse, bugün ortada dönen ve yahudi saçından bin beter karışan ve katışan (kongre) rezâletinin iç yüzünü, bir röntgen filmine bakarcasına ve olanca esrâr, dehşet ve çirkinliği ile göreceklerdir… Aksi halde bugün, Üstâd Merhûmun teşrih masasına yatırdığı bir avuç adamın kadavraları ve DNA testleri görülmeden, hiçbir şeyin zerre kadar anlaşılması ve görülmesi aslâ mümkin olamaz…

Arşa çıkan Parti-pırtı ufûnet ve dedikodularına, fir’avn nefsâniyet ve ihtiraslarına ömürlerini fedâ ederek milletin 41 senesini mirasyedi tavrıyla kemiren ve çöpe atan adamlar, Merhûm Üstâdın dehâ çapındaki ferâsetini ve insanı dehşete düşüren uzağı yakalama hasletiyle kaleme aldığı bu satırlarını, hecesini fedâ etmeden mutlaka anlayarak okumalı; ve artık kedilerine seyretdirilen serâbı da, mutlaka redd ve nefy etmeli ve hakîkatı görebilmelidir!…

Ferâset Membaı, Büyük Dâhî ve çile adamı o özde Mücâhid Merhûm Üstâd’ın, işte o kerâmet çapındaki muhteşem satırları:

“BİR VESİKA”

“-Bu zâtın dâvâ ahlâkı ve peşine takdığı avanesi bakımından ne olduğunu, şimdiye kadar gizli tutduğum şu vesîkadan anlayınız:

Sene 1969… Büyük Doğu’nun 14. Devresi… Malûm zât evimize kadar geliyor ve Ağustos sıcağında bahçemizin gölgelik bir yerinde koltuğa kurulup, o zamanlar alâkası bulunduğu “Odalar Birliği” hakkında, Büyük Doğu sayfalarında yayınlanması dileğiyle (istirhâmıyla demek daha doğru olur) bir röportaj yazdırıyor.

Röportajın hedef tutduğu şahıslar arasında Bedii Faik de vardır. Bedii Faik, sözcü olarak Erbakan’ı, yayınlayıcı olarak da beni dâvâ ediyor.

Hakkımda milyonluk bir alacak takibi yapılsa, İcrâ dâiresine kadar gidip bunun asılsız olduğunu bildirmeyi zahmet sayacak derecede tiksinti duyguları içinde yüzen ben, duruşmayla aslâ alâkalanmıyor ve mahkemeye ayak basmıyorum. Erbakan ise kendisini şöyle müdafaa ediyor:

-Ben Büyük Doğu’ya böyle mülâkât vermedim! Lâflarımı Necip Fazıl uydurmuş olsa gerek…

Ve iki yalancı şâhit tedârik ediyor:

Balmumu adamlarından Hüsamettin Akmumcu ve Hüseyin Abbas…

Bir şey olduğuna değil de, olmadığına, yani “nefy”e şahâdet eden bu yalancılar, taşıdıkları kukla adam sıfatını, din yolunda çalışan ve kendilerine feyz verdiği kabul edilen bir adamı yalan şahâdete mahkûm ettirip, Efendilerini bu işten sıyırmak gibi bir fazâhate kadar düşüyorlar.

Bense, şu kadar lira nakdî cezaya çarptırılıyorum; ve hayretler içinde görüyorum ki, Bedii Faik, mahiyetinde dâvâmızın tam aykırı bir insanı bu parayı tahsîl etmiyor; yani asâlette Erbakan’a taş çıkartıyor.

Yalancılık derecesinin, hem de Hak yolunda mücâdele edenleri mahkûm ettirmek ve bu yolda İslâm Kânunlarının en büyük suçu yalancılık cinâyetini işlemek gibi, bu efsanevî rütbesi önünde, Lider Hazretlerine yakışacak sıfatı Müslümanlar biçsin…

Mâhut yalancı şâhitlik âletleri, bir müddet sonra, Erbakan’dan ve Partiden kopunca, bana şu mâzereti beyân ettiler:

-Ne yapalım; bizi de kandırdı. Bizim böyle şâhitlik etmemiz için sizin tâlimât verdiğinizi söyledi; “Üstâd böyle istiyor!” dedi!..

Hâdise üzerine o zamanlar Konya Milletvekili ve şimdi Büyük Doğu’cu zanlısı olduğu için açıklar livâsı Reşad Aksoy’un yazıhânesinde beni görmeye gelen Erbakan’ın, her zamanki yüzsüz tebessümüyle bana uzattığı elini reddediyor ve diyorum ki:

-Siz, kendi dâvânızın en büyük cürüm saydığı yalancılığı ve yalancı şâhitliği, hem de Allâh yolunda gitdiğiniz bir insana irtikâb edebiliyorsunuz!

Haysiyeti bir paralık olmasın diye bu vesîkayı şimdiye kadar sakladım, fakat artık ortaya dökülmesini dîn borcu bilerek ifşâ mevkiinde kaldım… Buna rağmen de o gün bugün, kendisini ıslâh yolunda çalışmaktan geri kalmadım.”

TEK ÇIKAR YOL

“Bu işin tek çıkar yolu, bu zatı ve etrafına halkaladığı balmumu adamlar kadrosunu bir baştan öbür başa tasfiye etmek (……)

“Umûmî kongrelerinde mi olur, nasıl olur, bilemeyiz, bu mes’ut günü bekliyor ve yüce İslâm anlayış ve stratejisinin ruhlara sinmeye başlayacağı gün, saflarında neferlik vazifesini üzerimize alacağımızı ilân ediyoruz. Hakkın bize bu dünyada ihsan ettiği makamı -asıl makam ötelerde- Allâh diyen bir çöpçünün pâyesinden üstün olmasa bile Meclis âzalığından ve hükümet idareciliğinden çok yüksen gören ve o türlü oluşlarla arasındaki bütün köprüleri yıkmış olan biz, böylece yerimizi ve yönümüzü tespit ediyor ve teahhüdümüzü perçinliyoruz:

-Milli Selâmet Partisini balmumu adamlar ve merkezlerindeki nefsâniyet heykelinden temizleyiniz, neferlerinizin ayağındaki postal olalım!” (1980, Rapor 4, sh 54-57)

Merhûm Üstâd, bu satırları ve aşağıda gelecek nicelerini, sanki 30 sene evvel değil de 30 saat evvel yazmışdır; ve zamanı, sanki ışık hızıyla delip geçen o dehâ çapındaki îmân öfkesinin beslediği (ferâset) ve uzakları yakalama hasletiyle de, nice hakîkatları görmüş ve yalınız Anadolu’nun değil, bütün İslâm coğrafyasının önüne sermişdir…

(Mâba’di var)

(İntişârı: 18.04.2011)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir